BU YAZI İLK OLARAK EVRENSEL GAZETESİ'NDE YAYINLANMIŞTIR.
Futbola dair sahip olduğum ilk anı bir Fenerbahçe-Galatasaray maçına ait. Yer, o zamanki adıyla Fenerbahçe Stadı. Güneşli bir gündüz karşılaşması, henüz farkında olmasam da Galatasaraylıyım. En azından o maçla birlikte kendimi ailemdeki herkes gibi Galatasaraylı addediyorum. Maçla ilgili hatırladıklarımsa kara sakallı atik bir adamın kırmızılı takımın savunma oyuncularını sırasıyla perişan etmesiyle başlıyor ve 2-5’lik felaket bir skorla sona eriyor. Karşılaşmanın bitimine yakın kırmızılı takımın yeşil formalı şaşkın kalecisi, kara sakallı futbolcuya saldırıyor. Maç sonu sakallı adam beyaz saçlı bir muhabire veryansın ediyor: “Böyle dostluk olmaz olsun.”
Beyaz saçlı muhabir Bülent Karpat. Şaşkın kaleciden kastım; Hayrettin Demirbaş, kara sakallı delişmen kanat oyuncusuysa Rıdvan Dilmen.
Anlayacağınız bir Galatasaraylı olarak Fenerbahçe’yle olan ilişkim başladığı gibi devam ediyor. Yüzümüz gülmek bilmedi, hele ki Kadıköy’de. Üstelik değişmeyen sadece saha içi sonuçlar değil. Kavgalar, küfürler de bu rekabetin üzerinden hiç eksilmedi. İsimler değişti sadece. Hayrettin gitti Sabri geldi, Hasan Vezir gitti Emre Belözoğlu geldi, Ergun Gürsoy gitti Mahmut Uslu geldi… Spor kültürü ve medyasının 80’den sonra içine girdiği olumsuzlukların hepsinden fazlasıyla etkilendi anlı şanlı “dünya derbimiz”.
91/92 sezonundaki 5-2’lik mağlubiyetten 1 sene sonra Galatasaray, Kadıköy’de 4-1 kazanmış, sonrasında da kıran kırana geçen şampiyonluk yarışında ipi Beşiktaş’ın önünde göğüslemeyi başarmıştı. O günden bugüne tam 16 lig karşılaşması oynandı Kadıköy’de ve Galatasaray bu maçlardan sadece birini kazanabildi.
Yaşı yeten Galatasaraylıların unutmamış olduğuna emin olduğum bu maç, 1999 yılının son ayında yağmurlu, puslu bir akşamda oynanmıştı. Hasan Şaş’la Marcio’dan gelen gollere dönemin tek formda Kanaryalısı Viorel Moldovan’ın verdiği cevap yeterli olmamış ve sarı-kırmızılar 6 sene sonra Kadıköy’de galibiyetle tanışmıştı. Galatasaray’ın rakip tanımadığı, Fenerbahçe’nin ise “acıların takımı” olarak adlandırıldığı senelerdi. Nitekim sezon sonunda Cimbom üst üste dördüncü şampiyonluğunu ve en önemlisi UEFA Kupası’nı kazanırken, Fenerbahçe yeni ve hırslı başkanı Aziz Yıldırım’ın önderliğinde radikal bir yeniden yapılanmaya gidiyordu.
Bu tarihten sonra Kadıköy, Galatasaray’ın ezeli ve ebedi cehennemi olma hüviyetini yeniden kazandı. 6-0 mı istersiniz, 4-0 mı? 7 kişi bitirilen maçlar mı ararsınız, tribünlerin sidik poşetlerine bulandığı maçlar mı? Fenerbahçe ve Kadıköy fobisi Galatasaraylıların bilinçaltına öyle bir işlemiş vaziyetteki, hafta başında Galatasaraylı bir arkadaşıma “Alex belki oynamayacakmış” dediğimde; “Ne fark eder PAF takımla çıksalar yine de yenileceğiz” cevabını aldım. Eh, haksız sayılmaz.
DERBİNİN TEKNİK, TAKTİK VE PSİKOLOJİK YÖNÜ
Neyse, laklakı bırakıp bugünkü maçın teknik analize geçelim.
Sene başında yine bu köşede, mevcut stoper ve orta saha oyuncularıyla Galatasaray’ın Rijkaard’ın istediği biçimde 4-3-3 oynamasının zor olduğunu yazmıştım. Çünkü o 3’lüden biri Arda yahut Elano olduğu sürece Galatasaray 4-3-3 değil 4-2-4 oynuyor. Arda, artık üst düzey futbolda nesli tükenen 10 numaralar gibi oynamaya çalıştığı sürece de bu durum değişmez. Öyle ki Baros’un 5 metre gerisinde oynayan ve hiçbir şekilde savunmasına yardım etmeyen “Kaptan” Arda bu oyun tarzıyla Rijkaard’ın Iniesta’sı işlevini göremiyor haliyle. Böyle olunca da sahada defans yapmayan oyuncusu sayısı 4’e yükselen Galatasaray’ın orta alandaki 2 çapasının üzerine binen yük iyice artıyor. Kaldı ki Galatasaray’ın sahip olduğu tüm orta saha oyuncuları teknik kapasitesi yetersiz isimler. Stoperlerden bahsetmiyorum bile. Bu da Galatasaray’ın ilerideki dörtlüsü yorulunca ve rakip takım önde basmaya cüret edince sarı-kırmızılı takımın başına bir kâbus gibi çöküyor. Özellikle ağır savunma oyuncularının zaafları iyice ortaya çıkıyor. Bunu ben görüyorum da Rijkaard göremiyor diye bir şey yok elbette. Son Trabzon maçında Kewell’ın yerine Barış’ı oyuna aldığı yani forvet çıkarıp yerine mücadeleci bir orta saha oyuncusu soktuğu anda Galatasaray oyunda üstünlüğü yeniden ele geçirip 2 gol atıvermişti. Hal böyleyken Galatasaray’ın hele ki fizik olarak kendisinden daha iyi durumda olan Fenerbahçe karşısına alışıldık Arda-Kewell-Keita-Baros dörtlüsüyle çıkması erken goller bulamaması durumunda kendileri adına nahoş sonuçlar doğurabilir. Erken gol bulunsa dahi ikinci yarıda mutlaka 3’lü orta saha düzenine geçilmeli. Çünkü Galatasaray’ın bu ağır stoperler ve yerlerde sürünen takım savunmasıyla eli ayağı düzgün bir takıma karşı direnmesi imkânsız.
Fenerbahçe’deyse Alex ve Guiza oynayacak mı oynamayacak mı endişesi var. Guiza neyse de Alex’in Fenerbahçeliler için arz ettiği önemi hatırlatmaya gerek bile yok. Sahada Emre ve Alex gibi oyun kurma meziyeti gelişkin iki oyuncuya sahip olmak, ev sahibi ekibin rakibine karşı önemli avantajlarından biri olacaktır zira Galatasaray’ın (Arda dâhil) bu tarz tek bir oyuncusu bile yok. Daum’un Galatasaray’ın oyun kuramama zaafından yararlanabilmesi için mutlak suretle önde pres yaptırması lazım. Bunun için Andre Dos Santos’un yerine Mehmet Topuz’un düşünülmesi daha akılcı olacaktır. Mehmet Topuz, Colin Kazım, Guiza (ya da Semih), Emre ve Baroni’yle devamlı koşturan ve top kapan bir orta saha-hücum hattı Alex’in virtüözlüğünde Cimbom’a çok zor anlar yaşatabilir.
Nihayetinde Fenerbahçe için taktik, Galatasaray içinse hem taktik hem de psikolojik savaş şeklinde geçecek bir derbiye tanıklık edeceğiz. İki takım da bulundukları ligin kalitesinin çok üzerinde kadrolara sahipler ve büyük ihtimalle zayıf takımlara karşı çok az kayıp vererek sezonu 80 puanın üstünde tamamlayacaklar. Bu bakımdan aralarında oynadıkları maçlarda alınan sonuçlar da çok önemli olacaktır.
İlk hatırladığı futbol karşılaşması “Böyle dostluk olmaz olsun” vecizesiyle sonlanan bendenizin bu maçtan naçizane beklentisi dostluğun kazanmasıdır diye bitirmek isterdim bu yazıyı. Hakikaten isterdim de şu an içinde bulunduğumuz spor kültüründe böyle bir cümlenin ne kadar naif kaçacağı malumunuz. Ne diyeyim; güzel maç olsun bari…
Showing posts with label arda turan. Show all posts
Showing posts with label arda turan. Show all posts
Sunday, October 25, 2009
Wednesday, July 15, 2009
Metin gibi olabilmek
BU YAZI EVRENSEL GAZETESİ'NDE YAYINLANMIŞTIR.
Galatasaray yönetimi geçtiğimiz hafta çok anlamlı ve bir o kadar da riskli bir işe imza attı. 22 yaşındaki Arda Turan’a kaptanlığı ama ondan da önemlisi 10 numaralı formayı verdiler ve dediler ki: “Arda artık Lincoln’ün değil Metin Oktay’ın 10 numaralı formasını giyecek.”Lincoln/Metin Oktay tezatı kuşkusuz çok çarpıcı ama ben bunu biraz daha ileri götüreceğim. Arda’ya verilen 10 numara Tanju’nun, Hakan Şükür’ün (2003-2004 sezonunda 10 numara giymişti) hatta Hagi’nin giydiği 10 numaradan bile çok farklı. Üstüne basa basa söylüyorum: Arda’ya, Metin Oktay’ın 10 numarası verildi. Bunun getirdiği sorumluluk bambaşka ve eğer bu formanın hakkını verebilirse edineceği saygınlık o pek antipatik Mastercard reklamında da söylendiği gibi “paha biçilemez.”
Pekiyi, 22 yaşındaki Arda Turan bu sorumluluğu taşıyabilir mi? Bakın geçtiğimiz sezonki Galatasaray-Fenerbahçe rezaletinden sonra neler yazmışım: “Arda Turan’a herkes kızgın. Böyle davranarak Metin Oktay olamazmış. Ne Metin Oktay’ı yahu? Adamın Metin Oktay olmasını istemiyorsunuz ki. Maça küfretmek için giden bir insan Metin Oktay üzerine edebiyat parçalama hakkını kendinde nasıl buluyor? Senin futbolu takip etme sebebin Metin Oktay tarzı sporcular değil bir kere! Ha bir de şu var, Metin Oktay bugün yaşasa Metin Oktay olabilir miydi acaba? Bir yanda, Lacan’cı konuşursak “Büyük Öteki” yani sistem, onun güdümünde sporcuları “eğlendirici” değil “savaşçı” olmaya sürükleyen medya, onun da yönlendirdiği taraftar kitleleri. Bu ortamda Metin Oktay’ın, Metin Oktay olmasına izin verilir miydi zannediyorsunuz? Futbol hala eğlenceyken Metin, Metin’di. Futbol bu haldeyken de kusura bakmayın ama Arda, Arda. Sabri’yi alkışlayan, “Sabri Emre’nin anasını ...” diyen hiç kimse ağzına Metin Oktay’ı alıp edebiyat parçalamasın, komik hatta iğrenç oluyorsunuz…”
Bordeaux maçında rakibine kafa atan, Fenerbahçe derbisini liseli kavgasına dönüştüren Arda, elbette ki bu sorumluluğu taşıyamaz ama unutmayalım ki o hala çok genç ve bu gibi birkaç hatasını görmezden gelirsek Türk futbolundaki sayılı “efendi”, “aklı başında” isimden biri. Kaptanlığının açıklandığı basın toplantısındaki gururlu, mağrur ama utangaç halleri bunun en güzel kanıtıydı.
Metin Oktay, Galatasaray’ın ve Türk futbolunun en büyük şanslarından biriydi ve yarattığı muazzam saygınlığı futbolculuk yetenekleri kadar insanlığına da borçluydu. Bizler, onu ve hikâyelerini birer masal gibi dinleyebildik ancak. Kuşkusuz başka bir zamana, başka bir dünyaya aitti. “Bizi sevenleri üzmeyelim baba” diyerek tomarla parayı reddedebilecek yürekte bir insandı. Metin Oktay’ların, “Ser verip sır vermeyen” yiğitlerin, hiç tanımadığı insanlar uğruna gözü kapalı ölüme gidebilen “namlı masal sevdalılarının” yetişebildiği topraklar değil artık buralar. Toprağımız bulandırıldı, mayamızla oynandı. Öyle yiğitlerin çıkmasına artık izin verilmiyor…
Kendisini hasta Galatasaraylı olarak tanımlayan bir arkadaşım bir kere bana şöyle demişti: “Bu Metin Oktay nedir ya? Bence fazla abartılıyor!” İşte Arda Turan’ın “Metin gibi olabilme” mücadelesinde karşısına çıkacak en büyük engel bu gibi “taraftarlar”. O insanlar daha ligin ilk haftası “Arda, Fener’in anasını …” diye tezahüratlar yapacaklar buna eminim. Ve Arda’nın buna göstereceği tepki onun gerçekten Metin Oktay gibi olup olamayacağını gösterecek.
22 yaşındaki delikanlının sırtında ağır ama bir o kadar da kutsal bir emanet var. Yolu zorlu; “dâhilî ve harici bedhahları” olacak Arda’nın. Kendi taraftarları, rakip takım taraftarları, sürekli savaş isteyen medya, holigan yöneticiler… Hepsi Arda’nın Metin gibi olmasına engel olmak isteyecek. Gönül ister ki “Futbol bu haldeyken Arda, Metin gibi olamaz” diyen ben dâhil herkesi haksız çıkarsın genç kaptan ve Metin Oktay’ın şerefli mirasını bu kaypak zamana taşıyabilsin.
“Metin gibi ol Arda!” İnan, Türkiye futbolunun en çok ihtiyacı olan şey bu!
Galatasaray yönetimi geçtiğimiz hafta çok anlamlı ve bir o kadar da riskli bir işe imza attı. 22 yaşındaki Arda Turan’a kaptanlığı ama ondan da önemlisi 10 numaralı formayı verdiler ve dediler ki: “Arda artık Lincoln’ün değil Metin Oktay’ın 10 numaralı formasını giyecek.”Lincoln/Metin Oktay tezatı kuşkusuz çok çarpıcı ama ben bunu biraz daha ileri götüreceğim. Arda’ya verilen 10 numara Tanju’nun, Hakan Şükür’ün (2003-2004 sezonunda 10 numara giymişti) hatta Hagi’nin giydiği 10 numaradan bile çok farklı. Üstüne basa basa söylüyorum: Arda’ya, Metin Oktay’ın 10 numarası verildi. Bunun getirdiği sorumluluk bambaşka ve eğer bu formanın hakkını verebilirse edineceği saygınlık o pek antipatik Mastercard reklamında da söylendiği gibi “paha biçilemez.”
Pekiyi, 22 yaşındaki Arda Turan bu sorumluluğu taşıyabilir mi? Bakın geçtiğimiz sezonki Galatasaray-Fenerbahçe rezaletinden sonra neler yazmışım: “Arda Turan’a herkes kızgın. Böyle davranarak Metin Oktay olamazmış. Ne Metin Oktay’ı yahu? Adamın Metin Oktay olmasını istemiyorsunuz ki. Maça küfretmek için giden bir insan Metin Oktay üzerine edebiyat parçalama hakkını kendinde nasıl buluyor? Senin futbolu takip etme sebebin Metin Oktay tarzı sporcular değil bir kere! Ha bir de şu var, Metin Oktay bugün yaşasa Metin Oktay olabilir miydi acaba? Bir yanda, Lacan’cı konuşursak “Büyük Öteki” yani sistem, onun güdümünde sporcuları “eğlendirici” değil “savaşçı” olmaya sürükleyen medya, onun da yönlendirdiği taraftar kitleleri. Bu ortamda Metin Oktay’ın, Metin Oktay olmasına izin verilir miydi zannediyorsunuz? Futbol hala eğlenceyken Metin, Metin’di. Futbol bu haldeyken de kusura bakmayın ama Arda, Arda. Sabri’yi alkışlayan, “Sabri Emre’nin anasını ...” diyen hiç kimse ağzına Metin Oktay’ı alıp edebiyat parçalamasın, komik hatta iğrenç oluyorsunuz…”
Bordeaux maçında rakibine kafa atan, Fenerbahçe derbisini liseli kavgasına dönüştüren Arda, elbette ki bu sorumluluğu taşıyamaz ama unutmayalım ki o hala çok genç ve bu gibi birkaç hatasını görmezden gelirsek Türk futbolundaki sayılı “efendi”, “aklı başında” isimden biri. Kaptanlığının açıklandığı basın toplantısındaki gururlu, mağrur ama utangaç halleri bunun en güzel kanıtıydı.
Metin Oktay, Galatasaray’ın ve Türk futbolunun en büyük şanslarından biriydi ve yarattığı muazzam saygınlığı futbolculuk yetenekleri kadar insanlığına da borçluydu. Bizler, onu ve hikâyelerini birer masal gibi dinleyebildik ancak. Kuşkusuz başka bir zamana, başka bir dünyaya aitti. “Bizi sevenleri üzmeyelim baba” diyerek tomarla parayı reddedebilecek yürekte bir insandı. Metin Oktay’ların, “Ser verip sır vermeyen” yiğitlerin, hiç tanımadığı insanlar uğruna gözü kapalı ölüme gidebilen “namlı masal sevdalılarının” yetişebildiği topraklar değil artık buralar. Toprağımız bulandırıldı, mayamızla oynandı. Öyle yiğitlerin çıkmasına artık izin verilmiyor…
Kendisini hasta Galatasaraylı olarak tanımlayan bir arkadaşım bir kere bana şöyle demişti: “Bu Metin Oktay nedir ya? Bence fazla abartılıyor!” İşte Arda Turan’ın “Metin gibi olabilme” mücadelesinde karşısına çıkacak en büyük engel bu gibi “taraftarlar”. O insanlar daha ligin ilk haftası “Arda, Fener’in anasını …” diye tezahüratlar yapacaklar buna eminim. Ve Arda’nın buna göstereceği tepki onun gerçekten Metin Oktay gibi olup olamayacağını gösterecek.
22 yaşındaki delikanlının sırtında ağır ama bir o kadar da kutsal bir emanet var. Yolu zorlu; “dâhilî ve harici bedhahları” olacak Arda’nın. Kendi taraftarları, rakip takım taraftarları, sürekli savaş isteyen medya, holigan yöneticiler… Hepsi Arda’nın Metin gibi olmasına engel olmak isteyecek. Gönül ister ki “Futbol bu haldeyken Arda, Metin gibi olamaz” diyen ben dâhil herkesi haksız çıkarsın genç kaptan ve Metin Oktay’ın şerefli mirasını bu kaypak zamana taşıyabilsin.
“Metin gibi ol Arda!” İnan, Türkiye futbolunun en çok ihtiyacı olan şey bu!
Etiketler:
10 numara,
arda turan,
Evrensel,
galatasaray,
hagi,
hakan şükür,
lincoln,
metin oktay,
mithat fabian sozmen
Thursday, June 12, 2008
Euro 2008 Gunlugu-5
Czech Republic: Cech, Grygera, Ujfalusi, Rozehnal, Jankulovski, Galasek (Koller 73), Sionko, Matejovsky (Vlcek 68), Polak, Plasil (Jarolim 85), Baros.
Portugal: Ricardo, Bosingwa, Pepe, Carvalho, Ferreira, Petit, Joao Moutinho (Fernando Meira 74), Ronaldo, Deco, Simao (Quaresma 80), Nuno Gomes (Hugo Almeida 79).
Goller: Deco 8, Sionko 17, Ronaldo 63, Quaresma 90.
Fatih Terim ve medyamizin onemli bir kesimi tarafindan mahalle takimi olarak etiketlenen Cek Cumhuriyeti'nin Portekiz'le nasil basa bas, catir catir futbol oynanabilecegini ogrettigi bir mac izledik. Olaylar biraz Cekler'in lehine gelisse cok daha farkli bir skor olabilirdi ama ilk mactan once de belirttigim gibi oyunun hucum yonundeki kalite eksikligi bitirici noktalarda Cek'lerin eksik kalmasina sebep oldu. Mactaki farki ise Portekiz'in Cek'lerin problem yasadigi bu alanda kalitesini konusturmasi yaratti.
Isvicre: Benaglio, Lichtsteiner, Muller, Senderos, Magnin, Behrami, Inler, Gelson (Cabanas 76), Barnetta (Vonlanthen 66), Yakin (Gygax 85), Derdiyok
Turkiye: Volkan, Hamit Altintop, Emre, Servet, Balta, Karadeniz (Semih 46), Aurelio, Tumer (Mehmet Topal 46), Arda Turan, Nihat (Kazim-Richards 85), Tuncay Sanli.
Goller: Hakan Yakin 32, Semih 57, Arda 90.
Futbolun egolar bir kenara birakildiginda ne kadar basit bir spor oldugunu hep beraber izledik dun aksam. Fatih Terim bundan buyuk ihtimalle ders cikarmayacaktir ama bir onceki yazimda benim ve neredeyse tum ulke medyasinin yaptigi elestirilerin dogrulugu ikinci yaridaki futbolla ortaya cikti. Maca cikarttigi 11, tam bir felaketti. Koca orta sahanin yukunun Aurelio'ya yikilmasi, Hamit'in israrla yine sagbekte oynatilmasi, Tumer'in sahaya surulmesi gibi komik hatalara bir de mucizevi bir yagmur eklenince sahadaki tum sartlar aleyhimize dondu ve her zamanki gibi akilli top oynamayi beceremedigimiz icin 1-0 geriye dustuk. Ikinci yarida nihayet eli kol baglanan Terim, gunlerdir soyledigimiz seyleri yapmak zorunda kaldi ve Semih'i santrfor olarak oyuna aldi. Mehmet Topal'i da ikinci on libero olarak Tumer'in yerine soktu ve deyim yerindeyse macin tum kaderi degisti. Asil yerine gecen ve destekleyici forvet olarak oynayan Nihat, daha serbest oynamaya basladi ve muthis ortasina tek kafacimiz Semih'in vurusuyla beraberligi yakaladik. Oyunun devaminda yine zaman zaman fahis hatalar yaptik ama bu defans 4'lusunden umabilecegimizin en iyisi bu acikcasi. Kullandigimiz bir duran toptan sonra neredeyse gol yiyecek olmamiz yuregimizi agzimiza getirdi. Macin sonunda ise karsilasma boyunca sergiledigi muthis oyunla "bu kadroya once benim adim yazilir, sonra da kalan 10 kisinin" diyen Arda'nin harika goluyle turnuvadaki umutlarimizi yeserten bir galibiyete ulastik.
Bu macin bir de diger boyutu vardi. Her iki ulke medyasinin yarattigi cirkef milliyetcilik ortaminda palazlanan igrenc goruntuler, yorumlar, mansetler. Mac boyu Lig TV ekibinin sinir bozan milliyetciligine katlanmak zorunda kaldik. Kusursuz bir mac yoneten Lubos Michel'i, Isvicre'yi kollamak icin sahaya gonderilen bir kuklaya ceviren Ridvan Dilmen-Melih Gumusbicak ikilisi mi istersiniz, Iste Turk'un gucu tarzi komik sozlerle canli yayina giris yapan Sansal Buyuka mi... Insani milli mac zevkinden sogutan bu tavirlar maalesef her uluslararasi karsilasma suresince yasaniyor ve ne yazik ki bu sadece Turkiye'de de olmuyor. Bize ise cok sevdigimiz futbolun, dusmanliklar yaratan-besleyen milliyetcilik canavarina nasil alet oldugunu uzuntuyle seyretmek kaliyor.
Not: Ridvan Dilmen, Turkiye'nin en abartilan futbol yorumcusudur. Dunya yine berbat bir performans sergiledi. Isvicre milli takimi hakkinda yaptigi yorumlar, Avrupa futbolu konusundaki cehaletini ortaya dokerken bir oyuncusu bile uc buyuklerde oynayamaz dedigi takimin Gokhan Inler isimli Turk asilli futbolcusunun Inter, Juventus gibi takimlarin transfer listesinde oldugundan habersizdi elbette. Art arda bu kadar cuvallamasina ragmen yaptigi sacma yorumlar bu kadar goz ardi edilen ve bir dahi gibi gosterilmek istenen 80'lerin bu cok sevdigimiz futbolcusunun yaptigi ise biraz daha konsantre olmasini umuyorum.
Portugal: Ricardo, Bosingwa, Pepe, Carvalho, Ferreira, Petit, Joao Moutinho (Fernando Meira 74), Ronaldo, Deco, Simao (Quaresma 80), Nuno Gomes (Hugo Almeida 79).
Goller: Deco 8, Sionko 17, Ronaldo 63, Quaresma 90.
Fatih Terim ve medyamizin onemli bir kesimi tarafindan mahalle takimi olarak etiketlenen Cek Cumhuriyeti'nin Portekiz'le nasil basa bas, catir catir futbol oynanabilecegini ogrettigi bir mac izledik. Olaylar biraz Cekler'in lehine gelisse cok daha farkli bir skor olabilirdi ama ilk mactan once de belirttigim gibi oyunun hucum yonundeki kalite eksikligi bitirici noktalarda Cek'lerin eksik kalmasina sebep oldu. Mactaki farki ise Portekiz'in Cek'lerin problem yasadigi bu alanda kalitesini konusturmasi yaratti.
Isvicre: Benaglio, Lichtsteiner, Muller, Senderos, Magnin, Behrami, Inler, Gelson (Cabanas 76), Barnetta (Vonlanthen 66), Yakin (Gygax 85), Derdiyok
Turkiye: Volkan, Hamit Altintop, Emre, Servet, Balta, Karadeniz (Semih 46), Aurelio, Tumer (Mehmet Topal 46), Arda Turan, Nihat (Kazim-Richards 85), Tuncay Sanli.
Goller: Hakan Yakin 32, Semih 57, Arda 90.
Futbolun egolar bir kenara birakildiginda ne kadar basit bir spor oldugunu hep beraber izledik dun aksam. Fatih Terim bundan buyuk ihtimalle ders cikarmayacaktir ama bir onceki yazimda benim ve neredeyse tum ulke medyasinin yaptigi elestirilerin dogrulugu ikinci yaridaki futbolla ortaya cikti. Maca cikarttigi 11, tam bir felaketti. Koca orta sahanin yukunun Aurelio'ya yikilmasi, Hamit'in israrla yine sagbekte oynatilmasi, Tumer'in sahaya surulmesi gibi komik hatalara bir de mucizevi bir yagmur eklenince sahadaki tum sartlar aleyhimize dondu ve her zamanki gibi akilli top oynamayi beceremedigimiz icin 1-0 geriye dustuk. Ikinci yarida nihayet eli kol baglanan Terim, gunlerdir soyledigimiz seyleri yapmak zorunda kaldi ve Semih'i santrfor olarak oyuna aldi. Mehmet Topal'i da ikinci on libero olarak Tumer'in yerine soktu ve deyim yerindeyse macin tum kaderi degisti. Asil yerine gecen ve destekleyici forvet olarak oynayan Nihat, daha serbest oynamaya basladi ve muthis ortasina tek kafacimiz Semih'in vurusuyla beraberligi yakaladik. Oyunun devaminda yine zaman zaman fahis hatalar yaptik ama bu defans 4'lusunden umabilecegimizin en iyisi bu acikcasi. Kullandigimiz bir duran toptan sonra neredeyse gol yiyecek olmamiz yuregimizi agzimiza getirdi. Macin sonunda ise karsilasma boyunca sergiledigi muthis oyunla "bu kadroya once benim adim yazilir, sonra da kalan 10 kisinin" diyen Arda'nin harika goluyle turnuvadaki umutlarimizi yeserten bir galibiyete ulastik.
Bu macin bir de diger boyutu vardi. Her iki ulke medyasinin yarattigi cirkef milliyetcilik ortaminda palazlanan igrenc goruntuler, yorumlar, mansetler. Mac boyu Lig TV ekibinin sinir bozan milliyetciligine katlanmak zorunda kaldik. Kusursuz bir mac yoneten Lubos Michel'i, Isvicre'yi kollamak icin sahaya gonderilen bir kuklaya ceviren Ridvan Dilmen-Melih Gumusbicak ikilisi mi istersiniz, Iste Turk'un gucu tarzi komik sozlerle canli yayina giris yapan Sansal Buyuka mi... Insani milli mac zevkinden sogutan bu tavirlar maalesef her uluslararasi karsilasma suresince yasaniyor ve ne yazik ki bu sadece Turkiye'de de olmuyor. Bize ise cok sevdigimiz futbolun, dusmanliklar yaratan-besleyen milliyetcilik canavarina nasil alet oldugunu uzuntuyle seyretmek kaliyor.
Not: Ridvan Dilmen, Turkiye'nin en abartilan futbol yorumcusudur. Dunya yine berbat bir performans sergiledi. Isvicre milli takimi hakkinda yaptigi yorumlar, Avrupa futbolu konusundaki cehaletini ortaya dokerken bir oyuncusu bile uc buyuklerde oynayamaz dedigi takimin Gokhan Inler isimli Turk asilli futbolcusunun Inter, Juventus gibi takimlarin transfer listesinde oldugundan habersizdi elbette. Art arda bu kadar cuvallamasina ragmen yaptigi sacma yorumlar bu kadar goz ardi edilen ve bir dahi gibi gosterilmek istenen 80'lerin bu cok sevdigimiz futbolcusunun yaptigi ise biraz daha konsantre olmasini umuyorum.
Subscribe to:
Posts (Atom)