Sunday, October 25, 2009

Güzel maç olsa bari

BU YAZI İLK OLARAK EVRENSEL GAZETESİ'NDE YAYINLANMIŞTIR.

Futbola dair sahip olduğum ilk anı bir Fenerbahçe-Galatasaray maçına ait. Yer, o zamanki adıyla Fenerbahçe Stadı. Güneşli bir gündüz karşılaşması, henüz farkında olmasam da Galatasaraylıyım. En azından o maçla birlikte kendimi ailemdeki herkes gibi Galatasaraylı addediyorum. Maçla ilgili hatırladıklarımsa kara sakallı atik bir adamın kırmızılı takımın savunma oyuncularını sırasıyla perişan etmesiyle başlıyor ve 2-5’lik felaket bir skorla sona eriyor. Karşılaşmanın bitimine yakın kırmızılı takımın yeşil formalı şaşkın kalecisi, kara sakallı futbolcuya saldırıyor. Maç sonu sakallı adam beyaz saçlı bir muhabire veryansın ediyor: “Böyle dostluk olmaz olsun.”

Beyaz saçlı muhabir Bülent Karpat. Şaşkın kaleciden kastım; Hayrettin Demirbaş, kara sakallı delişmen kanat oyuncusuysa Rıdvan Dilmen.

Anlayacağınız bir Galatasaraylı olarak Fenerbahçe’yle olan ilişkim başladığı gibi devam ediyor. Yüzümüz gülmek bilmedi, hele ki Kadıköy’de. Üstelik değişmeyen sadece saha içi sonuçlar değil. Kavgalar, küfürler de bu rekabetin üzerinden hiç eksilmedi. İsimler değişti sadece. Hayrettin gitti Sabri geldi, Hasan Vezir gitti Emre Belözoğlu geldi, Ergun Gürsoy gitti Mahmut Uslu geldi… Spor kültürü ve medyasının 80’den sonra içine girdiği olumsuzlukların hepsinden fazlasıyla etkilendi anlı şanlı “dünya derbimiz”.

91/92 sezonundaki 5-2’lik mağlubiyetten 1 sene sonra Galatasaray, Kadıköy’de 4-1 kazanmış, sonrasında da kıran kırana geçen şampiyonluk yarışında ipi Beşiktaş’ın önünde göğüslemeyi başarmıştı. O günden bugüne tam 16 lig karşılaşması oynandı Kadıköy’de ve Galatasaray bu maçlardan sadece birini kazanabildi.

Yaşı yeten Galatasaraylıların unutmamış olduğuna emin olduğum bu maç, 1999 yılının son ayında yağmurlu, puslu bir akşamda oynanmıştı. Hasan Şaş’la Marcio’dan gelen gollere dönemin tek formda Kanaryalısı Viorel Moldovan’ın verdiği cevap yeterli olmamış ve sarı-kırmızılar 6 sene sonra Kadıköy’de galibiyetle tanışmıştı. Galatasaray’ın rakip tanımadığı, Fenerbahçe’nin ise “acıların takımı” olarak adlandırıldığı senelerdi. Nitekim sezon sonunda Cimbom üst üste dördüncü şampiyonluğunu ve en önemlisi UEFA Kupası’nı kazanırken, Fenerbahçe yeni ve hırslı başkanı Aziz Yıldırım’ın önderliğinde radikal bir yeniden yapılanmaya gidiyordu.
Bu tarihten sonra Kadıköy, Galatasaray’ın ezeli ve ebedi cehennemi olma hüviyetini yeniden kazandı. 6-0 mı istersiniz, 4-0 mı? 7 kişi bitirilen maçlar mı ararsınız, tribünlerin sidik poşetlerine bulandığı maçlar mı? Fenerbahçe ve Kadıköy fobisi Galatasaraylıların bilinçaltına öyle bir işlemiş vaziyetteki, hafta başında Galatasaraylı bir arkadaşıma “Alex belki oynamayacakmış” dediğimde; “Ne fark eder PAF takımla çıksalar yine de yenileceğiz” cevabını aldım. Eh, haksız sayılmaz.

DERBİNİN TEKNİK, TAKTİK VE PSİKOLOJİK YÖNÜ


Neyse, laklakı bırakıp bugünkü maçın teknik analize geçelim.
Sene başında yine bu köşede, mevcut stoper ve orta saha oyuncularıyla Galatasaray’ın Rijkaard’ın istediği biçimde 4-3-3 oynamasının zor olduğunu yazmıştım. Çünkü o 3’lüden biri Arda yahut Elano olduğu sürece Galatasaray 4-3-3 değil 4-2-4 oynuyor. Arda, artık üst düzey futbolda nesli tükenen 10 numaralar gibi oynamaya çalıştığı sürece de bu durum değişmez. Öyle ki Baros’un 5 metre gerisinde oynayan ve hiçbir şekilde savunmasına yardım etmeyen “Kaptan” Arda bu oyun tarzıyla Rijkaard’ın Iniesta’sı işlevini göremiyor haliyle. Böyle olunca da sahada defans yapmayan oyuncusu sayısı 4’e yükselen Galatasaray’ın orta alandaki 2 çapasının üzerine binen yük iyice artıyor. Kaldı ki Galatasaray’ın sahip olduğu tüm orta saha oyuncuları teknik kapasitesi yetersiz isimler. Stoperlerden bahsetmiyorum bile. Bu da Galatasaray’ın ilerideki dörtlüsü yorulunca ve rakip takım önde basmaya cüret edince sarı-kırmızılı takımın başına bir kâbus gibi çöküyor. Özellikle ağır savunma oyuncularının zaafları iyice ortaya çıkıyor. Bunu ben görüyorum da Rijkaard göremiyor diye bir şey yok elbette. Son Trabzon maçında Kewell’ın yerine Barış’ı oyuna aldığı yani forvet çıkarıp yerine mücadeleci bir orta saha oyuncusu soktuğu anda Galatasaray oyunda üstünlüğü yeniden ele geçirip 2 gol atıvermişti. Hal böyleyken Galatasaray’ın hele ki fizik olarak kendisinden daha iyi durumda olan Fenerbahçe karşısına alışıldık Arda-Kewell-Keita-Baros dörtlüsüyle çıkması erken goller bulamaması durumunda kendileri adına nahoş sonuçlar doğurabilir. Erken gol bulunsa dahi ikinci yarıda mutlaka 3’lü orta saha düzenine geçilmeli. Çünkü Galatasaray’ın bu ağır stoperler ve yerlerde sürünen takım savunmasıyla eli ayağı düzgün bir takıma karşı direnmesi imkânsız.

Fenerbahçe’deyse Alex ve Guiza oynayacak mı oynamayacak mı endişesi var. Guiza neyse de Alex’in Fenerbahçeliler için arz ettiği önemi hatırlatmaya gerek bile yok. Sahada Emre ve Alex gibi oyun kurma meziyeti gelişkin iki oyuncuya sahip olmak, ev sahibi ekibin rakibine karşı önemli avantajlarından biri olacaktır zira Galatasaray’ın (Arda dâhil) bu tarz tek bir oyuncusu bile yok. Daum’un Galatasaray’ın oyun kuramama zaafından yararlanabilmesi için mutlak suretle önde pres yaptırması lazım. Bunun için Andre Dos Santos’un yerine Mehmet Topuz’un düşünülmesi daha akılcı olacaktır. Mehmet Topuz, Colin Kazım, Guiza (ya da Semih), Emre ve Baroni’yle devamlı koşturan ve top kapan bir orta saha-hücum hattı Alex’in virtüözlüğünde Cimbom’a çok zor anlar yaşatabilir.

Nihayetinde Fenerbahçe için taktik, Galatasaray içinse hem taktik hem de psikolojik savaş şeklinde geçecek bir derbiye tanıklık edeceğiz. İki takım da bulundukları ligin kalitesinin çok üzerinde kadrolara sahipler ve büyük ihtimalle zayıf takımlara karşı çok az kayıp vererek sezonu 80 puanın üstünde tamamlayacaklar. Bu bakımdan aralarında oynadıkları maçlarda alınan sonuçlar da çok önemli olacaktır.

İlk hatırladığı futbol karşılaşması “Böyle dostluk olmaz olsun” vecizesiyle sonlanan bendenizin bu maçtan naçizane beklentisi dostluğun kazanmasıdır diye bitirmek isterdim bu yazıyı. Hakikaten isterdim de şu an içinde bulunduğumuz spor kültüründe böyle bir cümlenin ne kadar naif kaçacağı malumunuz. Ne diyeyim; güzel maç olsun bari…

No comments: