Friday, January 25, 2008

"Canavar"'ın Düşüşü, "Muhammed Ali"'nin Yükselişi



"Canavar". Evet, 12 grand slam şampiyonluğu, sayısız rekor, 4 sene kesintisiz dünya bir numarası olmak, sorgulanamaz bir hakimiyet ve izleyenleri aşık eden bir tenis stilini, sahibi böyle tanımladı bu akşamüstü. Roger Federer, Avustralya Açık Yarı Finali'nde Novak Djokovic'e kaybetti ve üst üste 10 grand slam finalinin hiçbirinden kendini mahrum bırakmayan bu kazanma makinesi şimdi pek de alışık olmadığı kaybetme duygusuyla yüzleşmek zorunda.

"Bu canavarı kendim yarattım ve sanırım bu yüzden istisnasız her turnuvayı kazanmak zorundayım. Çünkü biliyorum ki bir set kaybettiğimde bile hakkımda "Artık eskisi gibi değil" tarzı yorumlar yapılacak." Avustralya Açık'tan elenen İsviçreli raket Roger Federer'in maç sonrası basın toplantısında yaptığı bu yorumlar kanımca çok karamsar ve abartılı. Federer öyle bir mit ki kaybetmekle ismi asla anılamadığı gibi yan yana durmaları da hiç yakışık almıyor. Belli ki hiçbir şeyin değil ama kaybetmenin acemisi olan "Fedex" henüz bu yeni durumla nasıl başa çıkacağını da bilemiyor. Maç sonrası her şeyini kaybetmiş ve kendini gelecek ağır eleştirilere karşı korumaya almış bir adamın tutumu vardı. Halbuki aynı Federer değil mi 2005 Avustralya Açık'ında Marat Safin'e yarı finalde kaybeden, buna rağmen art arda 8 grand slam kazanan? Roger, halen tenis kortlarının aktif en büyük ismi ve aynı zamanda en yetenekli ismi de. Novak Djokovic onun tahtını sallama konusunda kanımca Rafael Nadal'dan daha önde bir isim zira ona göre çok daha çok yönlü bir oyunu var ama yine de bir maç aldı diye Federer'den iyi olduğunu iddia etmek İsviçreli rakete büyük haksızlık olur. Federer'in bu noktada yapması gereken eşsiz kariyerini "canavar" olarak nitelemek değil son zamanlarda yükselen iç baskısı ve standardının altında oynamasına sebep olan diğer etkenleri bulmak ve bu sorunları çözmek. Hiç şüpheniz olmasın "Canavar" halen tenis tarihinin gördüğü en büyük isimlerden biridir ve çağının en dominant oyuncusudur. Her zaman kazanmanın getirdiği baskılardan arındığı ve baskıları görmezden gelmeyi başardığı anda yeniden yenilmez değil belki ama döneminin daimi 1 numarası olmasını engelleyecek hiçbir şey yok.

Öte yanda bambaşka bir peri masalı yaşanmakta. Jo Wilfried-Tsonga ya da fiziksel benzerliklerinden ötürü takılan lakabıyla "Tenis'in Muhammed Ali'si" son senelerde no-name bir ismin gösterdiği en başarılı performans sekanslarından birini gösterdi ve Andy Murray, Richard Gasquet, Mikhail Youzhny ve son olarak Rafael Nadal'ı eleyerek finale kadar yükseldi. Roddick gibi servis attı, Back hand'ini Henin, forehand'ini Federer gibi kullandı. Bir sanatçı edasıyla kortun her alanını domine etti ve karşısına çıkan her rakibi perişan etti. Öyle ki son kurbanı Nadal, maçtan sonra "Her gün böyle oynaması imkansız, zaten böyle oynuyorsa dünyanın en iyisi olur" diyerek Muhammed Ali karşısındaki acizliğine açıklama getirmeye çalıştı. 23 yaşındaki genç Fransız, pazar günü en az onun kadar formda olan Djokovic karşısında ne yapar bilinmez ama bu seviyesini devam ettirebilirse önümüzdeki yıllarda top-10'un değişmez ismi olacağı kesin.

No comments: