Monday, January 14, 2008

Bir Futbol Mültecisinin Hikayesi: Al Bangoura



14 Ocak 2008, Londra’da mutlu bir gündü. Sadece tek bir olayla binlerce insanın gülümsemesine sebebiyet veren o büyülü anlardan biri yaşandı futbol çevrelerinde. Hayır, Stamford Bridge’de Lampard 30 metreden ağları sarsan bir füze yollamadı, White Hart Lane’de Spurs’ün özlenen akıcı futbolu da yoktu. Ashburton Grove(Emirates Stadyumu-Arsenal)’da da total futbol’dan izlere rastlamadık. Esasında Londra’nın hiçbir yerinde ne gol vardı ne de büyülü bir çalım. Bu kez binler, Watford’un Sierra Leoneli genç futbolcusu Al Bangoura için coşkuyla havalandılar. Stadyumları değil ama sokakları doldurdular ve aylardır destekledikleri bu genç adamı, sonunda muzaffer geldiği hukuk mücadelesi dolayısıyla sevgiyle bağırlarına bastılar.

Alhassan Bangoura, Sierra Leoneli bir futbol mültecisi… Hayata tutunmak için kendine sporu seçen yüz binlerce kara kıtalı gençten biri. Kendisini hayatta tutan yegane uğraşını kaybetmemek adına verdiği mücadeleyi nihayet kazandı. O, artık Britanya’da çalışma iznine sahip bir futbolcu. Başka bir deyişle hayat, Al Bangura için devam edecek.

Alhassan’ın mülteci yaşamı 15 yaşında başladı. Mistik bir topluluğa(Poro) üye olan babasının iç savaşta katledilmesinin ardından Poro yasaları gereği topluluğa katılması zorunlu kılınan genç çocuk, böyle bir hayat istemediğini, savaşlardan ve açlıktan bıktığını fark ettiği anda sonunda ne olduğunu bilemediği bir yola adım attı. Freetown’da(Sierra Leone’nin başkenti) futbol oynardı. Okyanus onlara artık balık vermiyordu ve sonsuzluk gibi gelen boş zamanlarını o da binlercesi gibi futbolla dolduruyordu. Gine’ye kaçacak ve şansını orada deneyecekti. Kim bilir belki de futbolcu olabilirdi. Bu onun hayattaki tek şansıydı. Gine’de bir Fransızla tanıştı. Hayatta kalmanın kolay bir zanaat olmadığını ve insanoğlunun taze süt emmiş cinsine rastlamanın pek de basit bir hadise olmadığının farkına varacak kadar çok şey yaşamıştı. Ama belki şansı bu kez yaver giderdi. Gine’de kendisine epey yardımı dokunan güler yüzlü Fransız’ın gerçek kimliğiyle, Marsilya Limanı’na adım atar atmaz tanıştı. Modern bir köle tüccarının eline düşmüştü ve hayatta kalmak istiyorsa homoseksüel fahişelik yapmak zorundaydı. Kabul etmedi, zorla İngiltere’ye götürüldü. Ve kaçtı.. Sığınma evlerinde, parklarda geçen tehlikeli gecelerin ardından mülteci yaşama adım atma cesaretini kendine veren futbolu hatırladı. Nihayet Watford futbol akademisine girdiğinde 17 yaşındaydı. Halen mülteciydi ve çalışma izni yoktu. Hayallerini gerçekleştirebilmesi için sadece bir şansı vardı ve futbol onun hakettiği gibi insanca yaşayabilmesinin tek yoluydu. Elton John’un kulübü Watford’da çok çalıştı, hızla yükseldi. Kulübün Premier Lig’e çıkmasına kadar yardım etti ve çok değil 3 sene önce iç savaşla kavrulan bir ülkeden kaçan bir delikanlı için bu pek de az iş sayılmazdı. Gelin görün ki ortada büyük bir sorun vardı. Daha doğrusu sorun, ortada bazı şeylerin eksik oluşu hatta hiç olmamasıydı. Alhassan Bangoura, Sierra Leoneli 18 yaşındaki genç orta saha oyuncusu Premier Lig’in kendine hayran bırakan çimlerinde basmadık yer bırakmazken aslında bir hayaletten farksızdı. Hukuki olarak hiçbir geçerliliği olmayan bir kimliğe sahipti. Ne Sierra Leone’de kayıtları vardı ne de Büyük Britanya’da. Bu haliyle Ada’da yaşamına devam etmesi imkansızdı. Geçiçi çalışma izninin koşulları incelendikten sonra 2007 Kasımı’nda İngiliz mahkemeleri Bangura’nın biletini kesti. Bu, genç adam için ölüm fermanı gibi bir karardı. Sierra Leone’de onu bekleyen bir gelecek yoktu, Afrika’ya dönmek ise onun için cehenneme dönüş demekti. Neyse ki hayatını kazanmasına yardımcı olan futbol yine imdadına yetişti. Bangura için görülmemiş bir destek kampanyası başlatıldı. Kulübün onursal başkanı Elton John önderliğinde, Watford ve Ada boyunca bir çok takımın taraftar grupları Al Bangura hakkında verilen kararın iptali için sokaklarda döküldü. 15 Aralık 2007 tarihinde oynanan Watford-Plymouth karşılaşmasında 18 bini aşkın taraftar futbolu, işi, gücü bırakıp Ağustos ayından beri sakatlığı sebebiyle maça bile çıkmamış olan bu genç adama destek verdi. Karşılaşmayı 1-0 Plymouth kazandı ama sonucun zerre kadar önemli olmadığı akşamlardan biriydi Londra’da. Maç çıkışı 10 binlerce taraftar Hertfordshire sokaklarını “Bangoura’ya Özgürlük” çığlıklarıyla inletti. Halk desteği, bürokrasinin gücünü kırmış, asık suratını dağıtmıştı. Hukuki süreç nihayet dün sonlandı ve Alhassan Bangura, mahkemeye yaptığı itirazında haklı bulundu. Bu sonuç şu anlama geliyor; Bangura, çalışma izni bitene kadar Büyük Britanya’da kalabilecek ve gerekli görülürse iznini yenileyebilecek. Ya da şöyle de yorumlanabilir “ Futbol ve futbolla birbirine bağlanan herkes için ne kadar mükemmel bir zafer.” Tıpkı bir futbolseverin BBC’ye yaptığı internet yorumu gibi.

Spor kadar çok az şey kolonizasyon ve de-kolonizasyon süreçlerinde insanoğluna(her iki tarafın halklarına da) katkıda bulunmuştur. Bir çok yerde siyah ırkın toplumun geri kalanıyla kaynaşması futbol ve benzeri takım sporlarıyla olmuştur. Takım sporlarının özellikle altını çiziyorum çünkü 30’lu yıllardan sonra özellikle atletizmde kazanılan başarıların ardından siyahların takım halinde başarıya ulaşacak koordinasyon bütünlüğüne ve taktik zekaya sahip olmadığını iddia eden nice ırkçı tez defalarca siyahi isimlerin ağırlıkta olduğu takımlar tarafından yalanlanmış hatta rezil kepaze edilmiştir. Bugün futbol tarihinin en “güzel” ve başarılı takımı olarak kabul edilen 1970 Dünya Kupası’nın Brezilya’sı, Pele, Rivelino, Tostao, Jairzinho, Didi ve Carlos Alberto gibi siyahi incileriyle şampiyonluğu kazanmış, her şeyden öte dünya tarihinin en sevilen takımı olmuştur. Keza basketbol tarihinin tartışmasız en iyi takımı 1992 Olimpiyatları’nın Dream Team’i, ABD milli takımı da, John Stockton, Chris Mullin, Larry Bird ve Christian Laettner harici(ki son 2’si çok az oynadılar) siyahi isimlerden oluşuyordu.

Neyse meselemiz bu değil, önemli olan şu ki siyahilerin eşit vatandaşlık hakkı kazanmaları , önyargıları yıkmaları ve toplumla kaynaşmaları sürecinde sporların ve özellikle en yaygını olduğu için futbolun katkısı göz ardı edilemez. Bangura olayında olduğu gibi, beyaz bir milletin siyahi bir adam için sokaklara dökülmesini futbol dışında başka çok az şey sağlayabilir. Belki sanat ama o kadar. Bu açıdan pek çok kesim tarafından küçümsenen, basit bir zevk olarak hor görülen ve çoğu zaman düşman olarak addedilen futbolun dünyada demokratikleşme ve insan hakları kazanımları açısından oynadığı rolü yok saymak imkansızdır. Batı medeniyeti, şaşaalı dönemlerinin ardından dünyayı kesip biçip sömürürken, Afrika ve Kuzey-Güney Amerika’da köleler futbol sayesinde kendilerini milyonlara kabul ettirdi ve tıpkı Bangura örneğinde olduğu gibi ırkçı politikaları, zalim kanunları ve kibirli iktidarları demokratikleşmeye başka bir manasıyla insanlaşmaya, karşısındakine insan gibi muamele etmeye ikna etti.

Alhassan Bangoura, bir futbol mültecisi, mutluluğun, terk etmek zorunda kaldığımız uzak bir vatan olduğu dünyada biz mültecileri kendisi için bir araya getirdi. Biliyoruz ki o kendisine destek veren herkese müteşekkir ama uzaktan da olsa onun için sevinen bir takipçisi olarak ben Bangura’ya teşekkür ediyorum, tebessümler diyarında bizi kısa bir gezintiye çıkardığı için…

No comments: