Wednesday, January 2, 2008

ÇARŞI NE KADAR SOLCU


“Bu dâhil bütün genellemeler yanlıştır”. Zerdüşt’ün buyurduğu üzere her dalda olduğu gibi futbolda da bir ömür tekrarlanan basmakalıp sözlere ve kesin yargılara oldum olası gıcığımdır. Yok Alman futbolcuları robot gibi olurmuş, 90 dakika koşarmış, çalım atamayacak kadar kazma ama bir o kadar da güçlü olurlarmış, son dakikada ne yapar eder şansa her maçı alırlarmış vs. vs. İddia sahiplerine “Gerd Müller’e ne buyuracaksın, terlemeden maçı bitirir, en az 1 golü de ağlara takardı ” ya da “yahu bu Bayern München değil miydi Manchester United’a son dakikada yediği 2 golle kupayı kaptıran” diye sorsanız, apışıp kalırlar ama her yarı-âlim gibi, cahilce yorumlarına da korkusuzca devam ederler.



Bu tarz yorumları yapanlar aynı sözleri Germen kavminden türemiş her insan için de tekrarlarlar. Norveç’ten mi muhabbet açıldı, “Aaa tipik kuzey futbolu canım işte savunma yapar onlar savunma.” Hâlbuki 70’lerden kalma bir İskandinav geleneği olarak Norveç takımları da, Danimarkalılar da, İsveçliler de ısrarla 4-3-3 oynarlar ve hiç de savunmaya dönük bir anlayışları yoktur. Bunu söylesen bir de üstüne zeki bir ukalalık yapıp “Asıl savunma futbolunun kralını Akdenizli İtalyanlarla, tangocu Bilardo’nun Arjantin’i oynardı” desen, bu sefer de yarı-âlim’in inanılmaz laf ezme kabiliyetiyle şu cevabı alırsın “yahu bu İtalyanlar da aynı biz, Akdeniz insanı değil mi canım, aynen”. “Ne alaka şimdi” desen de kâr etmez.



Genelleme yapmanın kolaylığı yarı âlimin en büyük dostudur. “Amerikalı salak olur, Avrupalı‘da pratik zekâ olmaz, Türkler zeki ama tembel”. Hepsi palavra efendim, hepsi önyargıların doğurduğu çocukça palavralar. Tıpkı son yılların şu kulak tırmalayıcı iddiasının olduğu gibi: “Çarşı solcudur”



Çarşı, imajına karşı!



Solculuk, Türkiye’de eskiden beri Beşiktaş’a yakıştırılmıştır. Zira İstanbul üçlülerinden başka takımımız olmadığı için üçte bir şans vardı, ona da Beşiktaş layık görülmüş. Önceleri Kurthan Fişek’in meşhur “Fenerbahçe burjuva, Galatasaray aristokrat, Beşiktaş proleter takımıdır” sallamasından sonra, 80’lerde de Mümtaz Soysal’ın Türkiye’nin ezilmiş, namuslu, emekçi profilini Beşiktaş’la özdeşleştirmesiyle, bu etiket iyice Kara Kartal’ın üzerine yapışmıştır. Kuşkusuz 70’lerin aktif solcuları ve 80’lerin yorgun demokratları (hele bir de Beşiktaşlılarsa) bu yorumlarla orgazma ulaşıyorlardı. Ama basit bir matematik hesap (ki Can Kozanoğlu tarafından yapılmıştır) bu durumun gerçekleri pek de yansıtmadığını ortaya koymaya yetiyordu. Zira Kurthan Fişek’in iddiası doğru olsa memlekette “Fenerbahçe’nin mi daha çok taraftarı var, Galatasaray’ın mı” diye bir tartışmanın dahi olmaması gerekirdi.



Malum “cilalı imaj devri”’nde yaşıyoruz ve Oscar Wilde’ın dediği gibi “Hakkında bir şeyler konuşulmasından daha kötü olan tek şey hakkında hiçbir şey konuşulmamasıdır.” Beşiktaşlılar da senelerin getirdiği isyankâr ve cefakâr taraftar imajına bir de “solcu” payesini eklemekte sakınca görmemişlerdir, başarısızlıklarla geçen senelerin ardından. 80’lerden beri medyada Çarşı’nın solcu kimliği sıklıkla vurgulanır. Halkın iki numaralı afyonuna olan yasak kalkınca kendini futbola veren orta sınıf, üniversiteli solcular, onların “St.Pauli’si, Livorno’su var bizim de Beşiktaş’ımız, Çarşı’mız var” kandırmacasıyla uzun süre oyalanıp durdular. (halen de oyalanmaktalar)

Liverpool maçındaki şovenizm


“Kutsal Çarşı” grubu, “Hepimiz Zenciyiz” diye pankart mı açtı, milli maçta Beşiktaş diye bağırıp, hazır ol yerine kartal selamı mı çaktılar hemen “Bak işte solcu, solcu” yorumları yapıldı. Çarşı’nın müthiş sosyal hassasiyetinden, tribün lideri Alen Markaryan’ın Ermeniliği’nden bahsedildi. “Esrar içeriz”’li tezahüratlarda bile “işte çiçek çocuklar!” tarzı yorumların yapıldığına eminim. Bunlar sözde solcu Çarşı’nın medyaya yansıyan ve sempati toplayan davranışlarıydı. Peki ya “Beşiktaşlı olmayanlar o. çocuğudur”, “Alpay’ın karısını bilmem ne yapanlar parmak kaldırsın”, ”Pınar Altuğ çok hoş karısın, bütün Çarşı seni bilmem ne yapsın”, “futbol şiddettir, futbol holiganlıktır, futbol adam bıçaklamaktır” tarzı tezahüratları solculuğun hangi kesimiyle bağdaştırmak mümkün? Hümanizm’den nasibini almamış bir insanın solcu olduğunu iddia etmek mümkün müdür? Kendinden olmayanı sevmemek solculuğun alışkanlıklarından mıdır sağcılığın, milliyetçiliğin mi? Çarşı değil midir Türkiye’de şiddet olaylarıyla adı en fazla anılan grup? Hatta bundan gurur duymazlar mı? Senelerce bunlar hakkında tezahüratlar bestelemediler mi?



Maalesef, Çarşı grubu solcu değildir, olamaz. Böyle bir iddiaları grup olarak resmen varsa da değildirler (zira faaliyetleri öyle gösteriyor), yoksa da değildirler. Solculuk buysa zaten tüm politik literatüre yeni tanımlamalar getirmek gerekir. Çarşı, üzerine eklenen bu etiket sayesinde kimi solcu grupları kendine yaklaştırmayı başarmış olabilir (ki bu iyi bir şeydir).



İnönü’deki Liverpool maçında onca şöven tezahürat ve hamasi söylemlerin yanında 2-3 tane de “Kaz Dağları’nda Altın Aramaya Hayır” pankartı yakalamayı başarmıştım ama dediğim gibi nasıl Livorno ya da St.Pauli’de tribünlere giden her allahın kuluna solcu, Lazio tribünlerine de sağcı demek yanlış olursa, Çarşı’yı da sırf A’sının üzerine bir anarchia işareti kondurdu diye solcu olarak adlandırmak vahim bir hata olur. Eğer değilse de biri bana bu akşamki Sivas maçında atılan “Sivaslı ayılar İstanbul’da ne arar” tezahüratlarını açıklamak zorunda kalır.



Göz göre göre şiddet timsali, futbol değil takım sevdalısı, fanatizmin doruklarında gezinen, eski futbolcusunun bile karısına rezilce küfürler etmeyi marifet sayan bir grubun solcu diye anılmasına göz yumuyor olmak insanın boğazında ilmiğe dönüşüyormuş.



Seneler sonra bunu anladım.

No comments: