Wednesday, July 1, 2009

Sosyal adaletsizlik ve spor

BU YAZI İLK OLARAK EVRENSEL GAZETESİ'NDE YAYINLANMIŞTIR.

Piyasanın tarihsel evrimi otoriteye yarı görünmez, sinsi, acımasız ve bir o kadar da kuvvetli bir silah kazandırdı. Kapitalizm öncesi insanoğlunun zorbalığı şeffaftı. Egemenliği elinde bulunduran her devlet/topluluk/aşiret gücünü dışarıda kanlı fetihler, içerideyse asilere karşı acımasız cezalarla gösteriyordu. Kapitalizm ve nihayetinde modern devletlerin ortaya çıkışından sonra ise sistemin kılıcı büyürken gözden kayboldu, keskinleşirken zihinlerden silindi. Ve nihayetinde zorbalık kanıksandı. Herkesin sözde eşit olduğu burjuva demokrasilerinde, egemen güçler artık şiddet kullanmadan insan öldürebilir hale geldi. Ve hafızası silinen, dili peltekleştirilen insanlığın hak arama yolları kapatıldı. Sosyal adalet piyasanın insafına bırakıldı.

Cristiano Ronaldo 94 milyon avroymuş. Kaka, 70 milyon, Eto’o 50 milyon. Real Madrid ve Manchester City’nin toplam transfer bütçesi 600 milyon avroymuş. Orlando Magic’in yeni salonu 500 milyon dolara mal olmuş. Devlet destekli Aslantepe Stad projesinin yerine bilmem kaç hastane, okul yapılabilirmiş. Wimbledon Tenis Turnuvası’nın oynandığı kortlara yapılan açılır kapanır tavanların maliyeti 80 milyon poundmuş.
Öyle buyuruyor pek muhterem piyasa.

Piyasanın olduğu yerde bir malın gerçek değerini bilebilmek imkânsız, hatta böyle bir gerçek değer kavramı yok denebilir. Para-mal-kâr biçiminde işleyen sistemin içerisinde Marx’ın da dediği gibi tüm değerler spekülatiftir. Gerçek değerden sapmalar kaçınılmazdır ve bunu arz-talep dengesi belirler. Tüm bu denklemin asıl yaratıcısı olan “emek” ise yok sayılır, küçümsenir ve adaletsizliği doğuran faktörlerden biri de budur.

“Yüce” arz-talep dengesi, kimlerin talebi ve ihtiyaçlarının karşılanması adına fiyat dikte ediyor bilinmez ama muhatabının Giorgio Agambe’nin deyimiyle Homo Sacer yani Kutsal İnsan olmadığı kesin.

Doğal kaynakların, ihtiyaç maddelerinin, yaşama hakkının, hukukun bu kadar adaletsiz dağıtıldığı bir dünyada piyasanın ve onun aygıtı “devletin” şımarıklığıdır harcanan bu paralar. Açıkça adını koymak gerekirse spor, gereksiz giderleri, abartılan önemi, “işlevsiz işlevliliği” ve sınıflılaştırılmasıyla sosyal adaletsizliğin kalelerinden biri haline getirilmiştir.

ABD’li muhalif spor yazarı Dave Zirin geçtiğimiz hafta “Canın mı stadyumun mu” başlıklı bir yazı kaleme almıştı. Sözde halkın hizmetkârı olan devletin halk sayesinde biriktirdiği sermayeyi iş adamlarına, “spor kompleksi inşası” adı altında peşkeş çekmesini eleştiriyor ve son dönemlerde altyapı eksikliği nedeniyle tahribatı artan doğal ve beşeri yollu felaketlerin etkisinin bu kaynaklar doğru yerlere aktarılsa -yani lüks stadyum yapımına değil de altyapı geliştirmelerine harcanmış olsa- ne kadar azaltılabileceğini sorguluyordu.

Bir sonraki felakette aynı soruları bizler de sormaya başlayacağız merak etmeyin. Fakat piyasanın, çoğunluğun hayatını ve haklarını açgözlü bir azınlığın şımarıklıkları uğruna ipotek altına alıp yok sayması nasıl bu kadar doğal karşılanabiliyor? İşte bunun cevabı da yazımın başındaki cümlede yani kapitalizmin zorbalığı görünmezleştirirken, doğallaştırdığı gerçeğinde gizli. Spor dünyasında dönen rakamların azameti altında ezilmeden, bu paraların spora değil piyasaya ve iş adamlarına daha çok kâr yaratmak için aktarıldığının bilincinde olalım. Ve sporun sosyal adaletsizliğin kalelerinden biri haline getirilmesine “Hayır” diyelim.

No comments: