Sunday, August 8, 2010

“Unutamam seni…”

BU YAZI İLK OLARAK 8 AĞUSTOS 2010 TARİHİNDE EVRENSEL GAZETESİNDE YAYINLANMIŞTIR.

5-1’lik Galatasaray-OFK Belgrad maçının adamı kimdi? Kewell mı, Arda mı, M.Sarp mı? Bence maçın adamı futbol kariyerine OFK Belgrad’ın altyapı antrenörü olarak devam eden ve müsabakanın da yorumculuğunu yapan Cevat Prekazi’ydi…

Bunda anlattığı konuya hâkimiyeti ve izleyiciyi boğmayan usta işi yorumlarının payı vardı elbette ama bana öyle geliyor ki Prekazi o gün çıkıp Ömer Üründülvari bir performans da sergilese Galatasaraylıların ve birçok futbolseverin gözünde maçın yıldızı olacaktı zaten.

Bizler televizyon başında bir yandan maça bir yandan Prekazi’ye konsantre olmuşken ekmeğini OFK Belgrad’dan kazanan Prekazi’nin kalbinin kimde olduğunu hissetmek zor olmadı. Maç öncesi yayıncı kanalın muhabirine söylediği gibi: “İş farklı aşk farklı. Galatasaray benim aşkım, OFK işim…”

Futbolun dinamikleri ve hayat üzerindeki etkisi eşsiz bir fenomen. Kuşkusuz Prekazi’nin gönlünde Galatasaray’ın yeriyle futbola başladığı Mitrovica’nın, Partizan Belgrad’ın, Hajduk Split’in yerleri çok farklı. Bir sporcunun bir kulübü ve onun ülkesini ikinci bir vatan gibi görmesi, ona karşı çocukça bir aşk beslemesi futbol harici dinamiklerle gerçekleşmesi pek de mümkün olan şeyler değil. Ve şunu rahatlıkla iddia edebilirim ki kazandığı tüm başarıların ötesinde Prekazi’yi Galatasaray’a bu denli bağlayan şey artık Bakırköyspor forması giydiği dönemde Ali Sami Yen’de Galatasaray taraftarlarınca “Unutamam seni” tezahüratları eşliğinde yolcu edilmesidir.

Bu hikâye hep anlatılır ve Prekazi’nin soyunma odasına gözyaşlarıyla gittiği söylenir. İki taraflı nasıl bir sevgidir, nasıl bir tutkudur… Futbolsuz mümkün olabilmesi pek de ihtimal dâhilinde gözükmeyen ve futbolu, insanların futbolu kucaklama biçimlerini anlayamayan halktan kopuk “entelektüellerin” çözmesi zor olan bir durum aslında bu. Tipik bir “solcu” gibi afyon göndermesi yapmış olmayayım -zira hiç sevmem- ama akıllara Eduardo Galeano’nun şu sözü de gelmiyor değil: “Futbol, Tanrı’ya benzer, birçok insanın ona inanması ve entelektüellerin kendisine kuşkuyla yaklaşmasıyla…”

FUTBOL VE KENT

Öyle ya da böyle futbol üzerinden kurulan tüm bu ilişkilerin kentli ilişkiler olduğunu görmek lazım. Futbol her yerde oynanabilir. Hatta kırlarda daha rahat oynanır ama futbolu futbol yapan sokaklarda da oynanabilmesidir. Futbol kentlidir, futbolsever kentlidir. Futbol işçi sınıfının oyunudur ve bu tarih boyunca böyle olagelmiştir. Bakmayın “halkın” stadyumlardan o neo-liberal elin ve endüstrileşmenin etkisiyle silinmeye çalışılmasına. Halen o stadyumların hâkim kültürünü belirleyen şey bu kentin çalışan insanlarının, emekçilerinin kültürüdür ve futbol yoluyla sağlanan olumlu/olumsuz iletişim hep bunu yansıtır. (Bu noktada bu yazının derdi olmasa da belirtmek gerek ki elbette bu kültürün asıl mühendisi hâkim sınıftır ve bu kültürün güdük kalmasının müsebbibi de onlardır ve futbol gibi kültürel araçlar da bu noktada rol oynar.)

Geçen sezon bir Galatasaray maçında Açık ve Kapalı tribün takımı protesto etti. Numaralı ise nasıl olduysa ilk kez örgütlendi ve protestoya protestoyla karşılık vererek takıma sahip çıktı. Bunun üzerine “halk” tribünlerinden Numaralı’ya müthiş bir tepki yağdı. Belki Numaralı Tribün’ün bu konudaki tavrı doğruydu ama işin orasında değilim. Maç sonu deneyimli spor gazetecisi ağabeyimiz Şaban Petek’le bu olayı konuşurken çok doğru bir şey söyledi Şaban ağabey: “Hayatlarında ilk kez sosyeteye TOPtan bir tepki koydular, hoş gör be Mithat.” Ne kadar doğru bir cümle ve acı ya da değil ama bir gerçekliği yansıtıyor. Maalesef “sosyeteye” karşı bile günlük yaşantımızda birçok sebepten ötürü koyamadığımız tepkiyi ancak futbol aracılığıyla gösterebiliyoruz. Çünkü ne olursa olsun o sınırların içinde senin kültürün hâkim.

Bu bağlamda Prekazi’yi Uşşak makamından, Safiye Soyman’la hafifçe arabeske devrilmiş “Unutamam Seni” ile uğurlamayacaksın da neyle uğurlayacaksın? Prekazi ile bizim o kimilerine göre çok avam olan futbol sevdası üzerinden kurduğumuz ilişki tam da böyle bir şey.

Uşşak yani “aşıklar”… İşte Cevat Prekazi ile bir spor kulübünün asıl sahibi olan taraftarların kurduğu yüzde yüz kentli ve yüzde yüz emekçi kültürün reel halet-i ruhiyesini yansıtan ilişkinin adı. Henri Lefebvre’ın bence geleceğin çok önemli bir gerçekliğine işaret eden bir sözü vardır: “Devrim ya kentli olabilir ya da hiçbir şey”. Bunu rahatlıkla futbola uyarlayabiliriz: Futbol ya kentli olabilir ya da hiçbir şey. Çünkü futbol işçi sınıfının oyunudur ve futbol üzerinden kurduğumuz tüm ilişkiler de olumlu ya da olumsuz bu kültürü yansıtır, yansıtacaktır.

No comments: