Sunday, August 1, 2010

Barcelona 2010 ve Discobolus


BU YAZI İLK OLARAK 1 AĞUSTOS 2010 TARİHİNDE EVRENSEL GAZETESİ'NDE YAYINLANMIŞTIR.

“Bu beyaz adam koşuyor sayın seyirciler.” Böyle aktarıyordu Eurosport spikeri Caner Eler, Christophe Lemaitre’ın şampiyonluğunu. Avrupa Atletizm Şampiyonası’nda son güne girilirken hiç kuşku yok ki turnuvanın flaş ismi 100 ve 200 metrede altın madalyaya ulaşan Fransız atlet Christophe Lemaitre. Dile kolay, tam 28 yıl sonra ilk kez “beyaz derili” bir atlet Avrupa Atletizm Şampiyonası 100 metre erkeklerde altın madalyaya ulaştı.

Bundan önceki son “beyaz” şampiyon 1982’de ipi göğüsleyen Doğu Alman Frank Emmelmann idi. 1986’da Linford Christie ve Bruno-Marie Rose gibi siyahi atletlerin de Avrupa pistlerinde boy göstermeye başlamasıyla beyazların saltanatı da sona erdi, ta ki ismi Fransızca’da usta anlamına gelen (Maitre) Christophe’ın çıkışına kadar. 20 yaşındaki 1.90’lık atlet aynı zamanda tarihte 10 saniyenin altına inen ilk “beyaz” sprinter. Devamlı ten rengi üzerinden konuşmak beni de geriyor ama gerçekler ve Lemaitre’ın başarısının önemini aktarmanın tek yolu bu.

Türkiye adına yarışan Elvan Abeylegesse 10 bin metrede harika bir yarışın ardından şampiyon oldu. Bugün de 5 bin metrede final için yarışacak. 400 metre erkeklerde Kevin Borlee, kadınlarda Tatyana Firova, 100 metre kadınlarda Verena Sailer, 800 metrede Mariya Savinova pist yarışlarında altın madalyaya ulaşan diğer önemli isimler.

SAHA YARIŞLARINDAKİ ÖNLENEMEZ DÜŞÜŞ

Esas gelmek istediğim alan “saha” yarışları. Zira sporun, atletizmin her alanında dereceler ileriye gider ve rekorlar kırılırken gerilemenin yaşandığı tek alan burası. Kadınlar uzun atlamada Ineta Radevica, gülle atmada Nadzeya Astepchuk, disk atmada Sandra Perkovic, Erkekler üç adım atlamada Philips Idowu, yüksek atlamada Alexander Shustov, çekiç atmada Libor Charfreitag gibi isimler altın madalyaya uzandı ama ne bir rekor kırıldı ne de eski derecelere yaklaşılabildi.

Eskiden kastım ekseriyetle 90 öncesi çünkü rekorların çoğu dönemin Sovyet ve Doğu Alman sporcularına ait. Batılı kaynaklar bu durumu “Sovyetler doping yapıyordu” diye açıklamayı sever fakat o zaman uzun atlamada ABD’li Mike Powell’ın, üç adım atlamada Britanyalı Jonathan Edwards’ın ve gülle atmada yine ABD’li Randy Barnes’ın rekorlarının yanına dahi yaklaşılamamasını nasıl açıklayacağız?

İşin özü farklı. 80’lerde spor dünyasının hızla ticarileşmesiyle birlikte atletizmde de ilgi saha yarışlarından pist yarışlarına kaydı. Pist yarışları özellikle de sprint yarışları daha büyük albenisi, reytingi olan müsabakalar. Dolayısıyla yetenekli atletler daha çok bu alanlara yöneldi, yöneltildi. Sporun sosyal yaşamda büyük bir öneme sahip olduğu Sovyetler’in yıkılmasından sonra da halefleri olan kapitalist devletler mevcut geleneğe rağmen spora eskisi kadar yatırım yapmadılar. Çünkü yeni dünyalarında insanların ticari getirileri kısıtlı gülle atma, disk atma gibi yarışlara olan ilgisi azalmıştı. Sovyetler’de bu tip ticari kaygılar olmadığı ve sporun algılanışı çok farklı olduğu için böyle bir sorun mevcut değildi.

SOVYETLER’İN ÖNEMİ

Sovyet spor teorisyenlerinden Profesör N. I Ponomaryov, sporu en önemli işlevi sosyalleşme olan toplumsal bir kurum olarak tanımlar. Bu aynı zamanda devletin de görüşünü yansıtmaktaydı. Ponomaryov’a göre Sovyetler’de spor, bireyin uyumlu bir kişilik kazanarak topluma entegre olmasını politik, ahlaki, zihinsel ve estetik bir eğitimle sağlayan, uluslararası ilişkileri geliştiren ve bu yolla barış ve kardeşliği tesis etme amacını güden bir fiziksel eğitim ve kültür aracıdır.

İnsanlar zenginlik ya da bireysel şöhret için değil ama gerçekten sporcu olmak için mücadele ederken gülle atmanın da, uzun atlamanın da, disk atmanın da bir kıymet-i harbiyesi vardı. Günümüzdeyse bu alanlarda geçmişin kaliteli atletlerine yaklaşabilen isimlerin tek tük çıktığını (Yelena Isinbayeva, Blanka Vlasic) görüyoruz. Yeni rekorlar yok denecek kadar az. Sırıkla atlamada Isinbayeva’nın rekorlarından sonra yüksek atlamada Blanka Vlasic rekor kırmaya yaklaşan son isimdi.

Kısacası etnosantrik Batı dünyası, pist yarışlarında yeni rekorların çıkmamasını Sovyetler’in keşfedilemeyen(!) dopinglerine değil de kendi pompaladığı spor endüstrisinin monotonluğuna bağlasa daha gerçekçi bir yaklaşım edinmiş olur. Saha yarışları atletizmin gözbebeğiydi, spor sporken… Şimdilerdeyse birçok alan en az antik Yunan heykeltıraş Myron’un meşhur eseri Discobolus kadar “antik”.

No comments: