Tuesday, September 22, 2009

Tayyip'in eli

BU YAZI EVRENSEL'E YAZILMIŞTI FAKAT GAZETENİN ANİ BİR KARARLA SPOR SAYFALARINI KALDIRMASINDAN SONRA BURAYA KISMET OLDU.

89’da Nonda’nın golü neleri değiştirdi neleri! Spor sayfalarının manşetlerini, köşe yazarlarının komplo teorileriyle dolu yazılarını, İlker Meral’in hakemlik kariyerini, lig liderini… Milletçe şark kurnazlarını severiz. “Çalıyor ama çalışıyor da” kamu görevlilerini değerlendirmede ilk koşulumuzdur. 80 sonrası yerleştirilen bir kültür müdür bilemiyorum ama üst düzeyde çalışan yetkililerin “çalma”, “torpil yapma”, “adam kayırma” gibi sahtekârlıkları Allah’ın emri olarak gerçekleştirebileceklerini kabullenmişizdir. “Benim memurum işini bilir” zihniyetinin bunda etkisi var elbette.

Bu sebeplerden İlker Meral’in Kasımpaşa-Galatasaray maçındaki şovu başladığında herkesin aklına tribündeki Tayyip Erdoğan’ın etkisi geldi. Açık konuşayım benim de zihnime düşen ilk manşet: “Tayyip’in Eli” idi. Elano’nun vuruşuna Ali Güneş’in yaptığı plonjon ve elle kurtarış o kadar aleniydi ki bunu görememek için ya ileri derecede miyop ya da çok kötü bir hakem olmak lazım. Diğer bir seçenek de üst düzey yetkililerin baskısı. Maradona, 86 Dünya Kupası’nda İngiltere’ye eliyle attığı golden sonra “o benim değil Tanrı’nın eli” demişti. Galatasaray, Pazartesi akşamki maçı kazanamasaydı Ali Güneş’in eli de “Tayyip’in Eli” olarak literatüre geçecekti.

Robot sporcular, müşteri seyirciler

Salı sabahı ajanslara ilginç bir haber düştü. İsviçre’nin önde gelen hakemlerinden Massimo Busacca, Baden-Young Boys maçında aleyhinde tezahürat yapan taraftarları aşağıladığı gerekçesiyle 3 maç cezaya çarptırıldı. Aşağılamaktan kasıt tribünlere orta parmak göstermek onu da belirtelim. Yetkililer, saha içi aktörlerin “müşterilerle” hiçbir olumsuz temasa girmemesini istiyor ve “müşteri her zaman haklıdır” söylemini sahalara yerleştirmeye çalışıyor. Fakat FIFA ve UEFA’nın futbolcu ve hakemlere robot, seyirciye ise müşteri muamelesi yapması epey can sıkar bir hâl almaya başladı. Müthiş baskı altında ve olağanüstü adrenalin dolu bir ortamda mücadele eden sporcu ve hakemlerin bir de “müşterilerin” aşağılama ve sataşmalarına kayıtsız kalabilmeleri ne kadar mümkün, ne kadar insan doğasına uygun? Eduardo Galeano’nun “Biz Hayır Diyoruz”’cu hayat felsefesini benimsediğim için sporcuyu ve hakemi robot, seyirciyi ise müşteriye çevirmek isteyen bu mekanik dayatmalara “Hayır” diyorum.

Gay, Gebrselassie, Semenya

Artık bu köşede bir klasik haline gelen atletizm haberlerini de sizinle paylaşarak yazımı sonlandıracağım. Usain Bolt’un amansız ama umutsuz takipçisi Tyson Gay, Şangay’da 9.69(tarihin en iyi ikinci derecesi) koşarak ne kadar kaliteli bir atlet olduğunu yeniden gösterdi. Usain Bolt gibi 9.60’ın altına inmesi şimdilik zor gözüküyor ama Gay’in bu inatçı performansları ve rekabeti Bolt’un da rahatını kaçıracak ve onu daha iyi dereceler üretmeye itecektir. Berlin’de ise maratonun efsane ismi 35 yaşındaki Haile Gebrselassie, rekor kıramadı belki ama 2:06:08’lik derecesiyle birinciliği elde etti.

Son olarak Türkiye’deki yaygın basında Caster Semenya hadisesini eleştirel bir gözle işleyen tek yayının Evrensel olduğunu belirtmek lazım. Bunu olumlu mu telakki edersiniz olumsuz mu bilemiyorum ama ana akım medyada(başta Ntvspor) özellikle Güney Afrikalı yetkililerden gelen “test sonuçlarını Semenya’dan sakladık, onun çift cinsiyetli olduğunu biliyorduk” itirafından sonra “Oh işte pis çift cinsiyetli, gerçekler ortaya çıktı” gibi bir tavır oluştu. Oysa elitlerin kafasıyla düşünen kukla habercilerin anlamadıkları şey şu: Semenya’nın çift cinsiyetli olup olmaması bu konunun muhaliflerinin hiçbir zaman umrunda olmadı. Bizlerin karşı çıktığı şey bu kıza dayatılan cinsiyet testi, erkeğin kadına karşı sahip olduğu iddia edilen “fiziksel avantajların” cinsiyetçi yeniden üretimi ve Semenya’nın ve benzer tüm atletlerin elinden alınmaya çalışılan spor yapma hakkıdır. Spora, resmi ağızlardan değil muhalif yüreklerden bakmayı öğrendiğiniz zaman bu farkı siz de anlayacaksınız.

No comments: