Monday, August 25, 2008

Olimpik Rüya, Olimpik Riya




Kendini solcu olarak tanımlayan biri için endüstriyel spor öcüsüyle baş etmek hakikaten zor iş. Hele ki spor hakkında haber yapan ya da yazı yazan biriyseniz işiniz oyuncakçı dükkanında kitap satmaya benzeyebiliyor. Sporun siyasi enstrümanlarla olan girift ilişkileri karşısında romantik bir bakış açısı takınmak çoğu zaman kendi içinizde çelişkilere düşmenize ve nihayetinde çuvallamanıza sebebiyet verebilir. Olimpiyatlar bu ikilemlerin en yoğun olduğu spor organizasyonu. Politikanın, milliyetçiliğin, güç oyunlarının ve beden sömürüsünün bu kadar aleni yaşandığı bir ortamda “Vay be Shawn Johnson jimnastikte gümüşte kaldı” diyerek hayıflandığınız anda resmin geri kalan koskocaman ve tozlu parçalarını da kendi seçiminizle kaçırmış oluyorsunuz.

1976 yılında Montreal’de düzenlenen olimpiyatların en unutulmaz sahnesi 5 altın madalya ve 10.0’lık final derecesiyle dünyayı kendine hayran bırakan Rumen jimnastikçi Nadia Comaneci’nin madalya seremonisindeki haliydi. O sırada 14 yaşında olan Comaneci kürsüye çıktığında yanında oyuncak bebeği vardı çünkü o her ne kadar 5 tane altın madalya kazanmış da olsa halen küçücük bir çocuktu. Minik bedenlerin jimnastikteki avantajının anlaşılmasının ardından yaş sınırı 16’ya çekildi çekilmesine ama ne sömürü ne de tartışmalar sona erdi.

Günümüz sporlarında beden sömürüsü ve çocuk işçiliğinin en acımasız şekilde yaşandığı alan jimnastik. Her biri maksimum 17 yaşında olan olimpik sporcularda aranan ilk koşul elastik olmalarıysa ikincisi de anoreksik olmaları. Zaten değilseler de hırs küpü hocaları tarafından zorla anoreksik hale getiriliyorlar. Beijing’de Çin adına altın kazanan kızların görüntüsü yürek burkuyordu. Süt dişlerini yeni dökmüş 12-13 yaşında kızlardı yarışanlar. Zaten Çin’in eski Sovyet sisteminden ilham alınarak kurulan spor merkezlerinde senelerdir altına güdümlü makineler üretildiği bilinen bir şey. Gestapo nizamında birer robot gibi yetiştirilen çocukların manipüle edilen, sömürülen bedenleri ve gasp edilen çocuklukları hep siyasiler adına altın madalya kazanma üzerine kurulmuş. Kuşkusuz bu sadece Çin için geçerli değil. Olimpik ruh palavralarının altında dünyanın en büyük spor ülkelerinin ne çirkefliklere karıştığını her zaman izliyoruz. ABD’nin 1 tane fazla bronz madalya için Hollanda Antilleri’nin gururlu sprinteri Churandy Martina’yı çizgiye bastı diye ihbar etmesi ve diskalifiye ettirmesi olimpiyat ruhu kitabının neresinde yazılı olabilir?

Her altın madalyanın siyasi bir zafer olarak algılandığı bir ortamda spora da sporcuya da olan saygı ikiyüzlülükten başka bir şey değil. ABD jimnastik koçu Martha Karolyi’nin Çinli çocukları “yarım insan” olarak tanımlaması mide bulandırıcı değil mi? Üstelik Karolyi’nin şu anda yasaklı olan kocası Bela Karolyi’nin zamanında başka bir “yarım insan” Nadia Comaneci’nin sırtından milyonlar kazandığı düşünülünce ikiyüzlülük kelimesi bu adamlar için ne ifade ediyor olabilir diye düşünmek zorunda kalıyor insan. Çin’in altın madalya kazanan çocuklarının 16 yaşının altında olduğu iddialarını haklı bir şekilde dillendiren Amerikan medyası Nike ve benzeri bir çok Amerikan firmasının Uzakdoğu’da ayda 2 dolara çalıştırdığı çocuk işçiler konusunda niye ağzını açamıyor? Acaba sebebi çocuk işçiliği sorunun umurlarında bile olmaması ve tek önem verdikleri şeyin altın madalya olması mı? İnanılmaz “şok edici”, flaş bir haber değil mi bu? Hiç aklımıza gelmemişti.

En iyisi spor medyası-oyuncakçı dükkanı benzetmesi konusunda biraz daha düşünelim. Çünkü tepedekilerin çıkarı için rüya olarak pazarlanan bir Olimpik riya dünyasında spor gazeteciliği dünyanın en ciddi işi kimliğine bürünmek zorunda kalıyor. Tabii başını kumdan çıkarabilen ve kafa tutabilenler için. Diğerleri içinse “Tüh Shawn Johnson gümüşte kaldı, halbuki kompozisyonu kusursuzdu.”

No comments: