Saturday, June 12, 2010

Büyüdük ve dünya kupalarını sevmek zorlaştı


BU YAZI İLK OLARAK 13 HAZİRAN 2010 TARİHİNDE EVRENSEL GAZETESİ'NDE YAYINLANMIŞTIR.

Ufakken her şey daha güzeldi. Futbol dahil.

İlk izlediğim dünya kupası 1994 Amerika’ydı. Sıkıcıydı diyorlar, ben öyle hatırlamıyorum. Hagi’nin Romanya’sı, Stoichkov’un Bulgaristan’ı, Brolinli, Dahlinli, Kenneth Anderssonlu İsveç, çeyrek finalde Brezilya’ya kaybetse de Hollanda, penaltıyı kaçırsa da Roberto Baggio… Sıkıcı değildi, en azından bana hiç öyle gelmemişti. Ufaktım belki de ondan.

Küçüktüm ve 1994’de emperyalist Belçika’nın Ruanda halkının içine ince ince işlediği nefretin doğurduğu katliamlardan habersizdim. Yugoslavya benim için Kızılyıldız, Partizan ve Hajduk Split’in ülkesiydi. Tito’nun “kristal bir küre” haline getirdiği Yugoslavya’daki kanlı parçalanma beni ilgilendirmiyordu. Çeyrek finalde Brezilya’nın Hollanda’yı 3-2 yendiği maça ev sahipliği yapan Dallas’ta dünya kupası yüzünden 3000 kent yoksulunun yerinden edildiğini, evsiz bırakıldığını da bilmiyordum.

Şimdi Eduardo Galeano hatırlattı. İsmine kurban olduğum Formula 1 pilotu Ayrton Senna da 1994’te ölmüş. Ondan haberim vardı, Spor&Spor dergisini hiç kaçırmazdım 8 yaşındayken.

8 yaşımın başucu kitabı Vala Somalı’nın Teknik ve Taktik Yönleriyle Futbol ve Tarihi adlı eseriydi. Elimden düşürmeden tekrar ve tekrar okurdum. Sayesinde ezber ettim geçmiş dünya kupalarını. Benim için dünyanın en önemli kitabıydı.

Ufaktım ve daha kalın kitapların varlığı, sistemin kötülüğü, insanların korkaklığı beni ilgilendirmiyordu. Farkında bile değildim. Aklım ermiyordu. 1954’ün Macaristan’ı, 74’ün Hollanda’sı ve 94’ün Romanya’sından daha önemli bir tek Galatasaray vardı. Ha bu arada kupa süresince Reinhard Saftig değişikliğinin Galatasaray açısından bir felaket demek olduğunun da bilincinde değildim. Bu eksikliği de ufaklığıma bağlayabiliriz elbette.

Yanımız amele sınıfı tüm kara parçalarında, Afrika dahil

Oysa artık büyüdüm. Bana sorsanız aklım öyle çok şeye eriyor ki. Ukalalıkta üstüme yok ve artık dünya kupalarını sevmekte zorlanıyorum. Dünya kupası için yapılanları gördükçe midem bulanıyor. Henüz 3 gün önce Cape Town’da 5 ailenin evi daha yıkıldı. Durban’da hükümete bağlı silahlı milisler gecekonducuları acımasızca döverek evlerinden çıkardılar ve kupa süresince ortalarda görünmemeleri için tembihlediler. Dünya Kupası için yerinden edilen ve teneke kentlerde yaşamaya zorlanan insanların sayısı on binleri aştı Güney Afrika’da.

Fakat ülkede dünya kupası uğruna gerçekleştirilen hukuksuzluklara karşı eli kolu bağlı beklemeyi reddeden gruplar var. Cape Town’ın da dâhil olduğu Western Cape’de örgütlenen Abahlali hareketi dünya kupasının başlamasıyla birlikte yoksulların “kent hakkı” adına eylemlere başladı. Güney Afrikalı otoritelerin ülkeyi güzel, sorunsuz ve sermaye için cazip göstermek adına evsizleri, gecekondu sakinlerini, yoksulları, emekçileri görmezden gelmesine inat onlar eylemleriyle “biz buradayız” diyecekler.

Ülkenin spor bakanı Danny Jordaan’ın turnuva öncesi söylediği bir söz vardı: “Tüm dünya biz Güney Afrikalılar’ın birinci sınıf olduğunu görecek.” Haklı, Güney Afrika Cumhuriyeti birinci sınıf bir zulüm ülkesi. Apartheid’ı sona erdiren, ülkede büyük umutlar yeşerten Nelson Mandela ve onun 16 yıldır iktidarda olan partisi ANC, sol kimliğini Washington güdümlü yapısal uyum programlarına ve neo-liberal politikalara terk ettiğinden beri Güney Afrika artık renkleri değil sınıfları yüzünden ayrımcılığa maruz kalan insanların ülkesi.

Dostlar, tanıdıklar, okurlar soruyor, favorin kim, hangi takımı tutuyorsun diye. Cevap vereyim, dünya kupası bahanesiyle evinden edilen, teneke kentlere sürgün edilen, kentlere sokulmayan Güney Afrikalı yoksulları tutuyorum. Cape Town’da, Johannesburg’da, Durban’da yüreğim onlarla atacak ve en çok onların eylemlerini takip edeceğim.

Kusura bakmayın, güler yüzlü bir dünya kupası yazısı yazamadım. Fakat safımız belli, anamız da yanımız da amele sınıfıdır ve düşmanlarımız bu denli pervasızken safları bir kat daha sıklaştırmalıyız, bütün kara parçalarında Afrika dâhil.

İrfan Aktan ve Ali Aslanbay

Yetmez ama hapis cezasına çarptırılan İrfan Aktan ve vefat eden Bandista üyesi Ali Aslanbay için de bir şeyler söylemeliyim.

Okan Yüksel’in kendime şiar edindiğim bir sözü var: “İki tip gazeteci vardır. Palto tutanlar ve kafa tutanlar. Ben kafa tutanlardanım.” İrfan Aktan da kafa tutan gazetecilerden ve bunun bedelini aldığı hapis cezasıyla ödüyor. Öyle adaletsiz bir memleket ki burası birkaç sene içinde hapse girmezsem henüz yeniyetme olduğum mesleğimde kötü olduğumu, kaypak olduğumu, kafa tutan değil palto tutan gazetecilerden olduğumu düşünmeye başlayacağım. İrfan Aktan elbette yalnız değildir ve cezasına sebep olan cümlelerinin altına hiç okumadan dahi imzamı atabilirim. Lanet olsun bu ülkenin TMY’sine, 301’ine…

Ve Ali Aslanbay…”En güzelimizdi” diyor Bandista üyeleri onun için. Bandista benim için bu ülkedeki en güzel şeylerden biri, 21.yüzyılın devrim türkülerini çatır çatır, kimseye eyvallah demeden söylüyorlar, söyletiyorlar. Birebir tanımıyordum Ali Aslanbay’ı ama böylesi bir grubun “en güzeli” olmak ne güzeldir ve ölümü ne büyük kayıptır bizler için.

Başımız sağ olsun, Bandista’nın da dediği gibi “yürüyüşe devam, daima daima daima!”

No comments: