Saturday, May 8, 2010

Mayıs, kavganın ayı olacak




9 MAYIS 2010 TARİHLİ EVRENSEL GAZETESİ YAZIM.

Emeğin kavgası var! 1 Mayıslardan, 6 Mayıslardan, Yunanistan’da kavgaya atılan kardeşlerimizden aldığımız güçle 26 Mayıs Genel Grevi’ne doğru gidiyoruz.

Mayıs ayının heyecanı spor sahalarında da yaşanıyor elbette. Özellikle Avrupa kıtasında futbol ve basketbol liglerinin sonuna yaklaşıyoruz. Teniste Roland Garros kapımızda bekliyor. Geçtiğimiz hafta içinde bir Türkiye Kupası serüvenini daha sonlandırdık ve kimsenin şaşırmadığı üzere Fenerbahçe yine kıramadı şeytanın bacağını. Çok sevgili bir dostumuzun dediği gibi “Urfa Güneş’i selamladı” o gün.

Fenerbahçe kararlıydı bu kez eli boş dönmemeye ama Şenol Güneş ve oyuncularının başka planları vardı. Geri düştüler belki ama oyundan düşmediler ve net bir skor, güzel bir oyunla Urfa’dan Güneş’i boynu bükük ayırmadılar. Kupa hırçın Karadeniz’e, Trabzonlu kardeşlere doğru yol alırken karşılaşmayı televizyondan takip edenler için yorumcu Ömer Üründül’ün yaşadığı hüzün yürek burktu doğrusu. İnsan tarafını bu kadar belli etmez ki yahu!

NBA’de hakem tartışmaları

Heyecan, Okyanus’un ötesinde de devam ediyor. NBA’de playoff’a kalan takımlar uzun bir sezonun sonuna yaklaşıyorlar ve gerginlik had safhada. Gerginliğin sebebini ise tıpkı bizdeki gibi hakem tartışmaları oluşturuyor. Tartışmanın bizdekinden farkı NBA’de saha içi aktörlerin hakem eleştirisi yapmasının yasak olması. Ağzından hakem kelimesi çıkan 35.000 dolar cezaya çarptırılıyor. Geçtiğimiz günlerde Orlando Magic’in pivotu Dwight Howard’ın kişisel blogunda hakemlerden yakınması dahi cezaya tabi tutuldu.

NBA, dünyanın en büyük basketbol arenası ve bu arenanın kendine has bazı özellikleri var. Özellikle David Stern’ün başkanlığa geldiği 1984’ten beri bu özellikler daha da belirginleşti. Hakemlerin yıldız oyunculara yaptığı “süperstar muamelesi” bunlardan biri. Bu muameleyi kısaca “herkes eşittir ama süperstarlar daha eşittir” diyerek özetleyebiliriz. Bir adım öteye gidecek olursak “süperstarlar eşittir ama 2 ve 3 numara oynayan süperstarlar daha da eşittir” gerçeğiyle karşılaşırız zira özellikle Michael Jordan sonrası lig, kısaların ve “kanat oyuncularının” daha pazarlanabilir olduğunu fark etti ve oyunu onlar için kolaylaştıran kurallar çıkardı. Savunma oyuncusunun rakibi savunurken eliyle kontrol etmesini yasaklayan hand-check kuralı bunlardan biri. Kural, 1994 yılında yürürlüğe girdi ve git gide sertleşti. 4 ve 5 numara oynayan uzun oyuncuların pota altındaki etkinliğini azaltan 3 saniye kuralı da bir başkası. Bu kural da 2001 yılında çıkarıldı.

Eleştirilebilemez

David Stern, tarihin gördüğü en güler yüzlü diktatör olarak hakemlerinin eleştirilmesine ve otoritesinin sorgulanmasına katlanamıyor. Fakat sorun şu ki, sahada onun kurallarını ve otoritesini yansıtan hakemler gerçekten çok başarısız. Türkiye Ligi ya da FIBA’yla karşılaştırılamayacak kadar kötü bir hakem nesli var elinde. Benim buradaki derdim hakemlerin beceriksizliğiyle alakalı değil. Çünkü hakemlerde suç bulmak kolaya kaçmak olur. Zaten süperstarlara ayrıcalıklı davranmaları öğütlenen hakemler sahada ağızlarıyla kuş tutsalar yine de adil olamazlar. Yani sorun sadece uygulamada değil. Mevzuat defolu. Eşitsiz muameleyi öğütleyen zihniyet, hatayı ve adaletsizliği körüklüyor.

Gelelim meselenin diğer boyutuna yani David Stern’ün hakemleri eleştiren herkese para cezası kesmesine. Yukarıda da söylemiştim, hiç kuşku yok ki David Stern tarihin gördüğü en güler yüzlü diktatördür. Kendisini “özgürlükler ülkesi” olarak pazarlayan bir yerde bu adamın hakimleriyle aynı fikirde değilseniz otomatikman suç işlemiş kabul ediliyorsunuz. Ne ağzınızı açmanıza ne de öfkenizi kağıda kaleme dökmenize izin var. Stern’ün mesajı açık: Beni ve sistemimi kimse eleştiremez. Eleştiren de en ağır cezayı öder. David Stern’deki diktatör potansiyelini görünce iyi ki bu adam 1930’larda yaşamamış diyorum. Umarım yakın zamanda politikaya atılmaya kalkmaz.

“Mayıs ayların gülüdür.”

Mevsim mevsim bezirganların zulüm ateşlerinde kızdırdık öfkemizi. Antep’te Çemen, Karşıyaka’da Kent A.Ş, Yenikapı’da Marmaray, Esenyurt’ta Belediye, yurdun dört bir yanında Tekel işçileriyle bileyledik süngülerimizi.

Kartal’da, Ayazma’da, Sulukule’de yıkılan gecekondulardan yükselen nefret çığlıkları, Bursa’da, Balıkesir’de yetim kalan madenci çocuklarının gözyaşlarına karıştı. Tersanelerde, atölyelerde, fabrikalarda “makinenin kaptığı kol” için, Kürt diye “üzerine kurşun yağdırılan” küçük bedenler için sıktık yumruklarımızı. Uğur, Ceylan, Mizgin, Xezal için…

Okulu bırakıp Ceylanpınar’da koyun otlatan, Çukurova’da pamuk toplayan çocuklarımızın genç yaşta kabuk bağlayan elleriyle, taş attığı için hapsedilen 15’liklerin gasp edilmiş vücutlarıyla özdeşleştirdik tenimizi.

Aşındırmak için sonunda o yolları, Güler Zere, Hrant Dink, 1915 Büyük Felaketi’nin, Dersim katliamının mağdurları ve kaçak Ermeni işçileri için arşınladık sokakları. Kürt dağlarında kokuşmuş düzenin rezil savaşı yüzünden öldürülen Kürt ve Türk emekçi çocuklarının yerde bırakılan kanının hesabını sormak için tazeledik bilinçlerimizi.

“Mayıs’ta gönlümüz delidir.”

Sabahattin Ali’nin dediği gibi Mayıs ayların gülüdür fakat gönlümüzü de deli eder. Mayıs; kavganın ayıdır. 1 Mayıs bizim güleç yüzlü kavgamızdı. 4 Mayıs’ta Terzi Fikri’yi, 6 Mayıs’ta “ölümü güzel kılanları”, Deniz’i, Yusuf’u Hüseyin’i anarken düşmanlarımızın kahpeliğini bir kez daha hatırladık. Ve o güzel türkünün dediği gibi şimdi dağlardan, tarlalardan, kondulardan, fabrikalardan, okullardan çıkıp mücadelemizi sürdüreceğiz güneşe doğru giden yolda.

Emeğin kavgası var. Yüreğimize kuvvet!

No comments: