Sunday, February 28, 2010

Kıraçlı gençler ve sporun sınıflılaştırılması

BU YAZI İLK OLARAK 28 ŞUBAT 2010'DA EVRENSEL GAZETESİ'NDE YAYINLANMIŞTIR.

Sistemin devamı kendisini yaratan koşulları ve süreçleri yeniden üretebilme kapasitesiyle birebir alakalıdır. Sınıflı toplum, sınıflı olma halini baskı altında tuttuğu kesime yansıtabildiği ölçüde amacına ulaşır. Bu açıdan bakıldığında spor yapmak gibi en basit kültürel ve fiziksel faaliyetlerin dahi sınıflılaştırılması şaşırtıcı değildir. Mekanizma, her alanda olduğu gibi sporda da işçi sınıfını mümkün olduğunca tahakkümü altında tutmaya çalışır ve onun spor yapabilme olanaklarını kısıtlar.

22 Şubat Pazartesi günkü Evrensel’de yine sadece Evrensel Gazetesi’nde rastlayabileceğiniz türden bir haber vardı. Savaş Gülelçin ve Kadir Karayaka’nın özel haberi benim “sporun sınıflılaştırılması” olarak adlandırdığım mefhuma kusursuz bir örnek teşkil ediyordu. Haber, Esenyurt’un Kıraç Bölgesi’nde seçim vaadi olarak inşa edilen ve vergileri halk tarafından ödenen spor salonundan ancak para karşılığı yararlanılabildiğinden şikâyet eden Kıraçlı gençlerin imza kampanyasını kamuoyuna duyuruyordu.

13 Mayıs 2009’da yine bu köşede yazdığım “Sporun Sınıflılaştırılması” adlı yazımda şu iddiayı dile getirmiştim:
“Sadece üst-orta sınıf mahallelerinde spor kompleksleri, koşu-bisiklet parkurları görmemiz sizce bir tesadüf mü? İşçi sınıfı, ekonomik yetersizlik dolayısıyla spor salonlarından dışlandığı gibi kamusal spor alanlarından da mümkün olduğunca uzak tutulmaktadır.”


Kıraçlı lise son sınıf öğrencisi Kazım Kaya’nın sözleri aslında bu iddiayı birinci ağızdan, net bir şekilde cevaplıyor:
“Mahallemizde yapımı 2 yıl önce tamamlanan spor salonu var ama ben daha içinde ne var bilmiyorum. Dönemin yetkilileri gençler için hiç bir masraftan kaçınılmayacağını söylüyorlardı. Ama 2 yıldır orada sadece Esenyurt Belediyesi Spor Kulübü faaliyet yürütüyor. Onlar da parayla yapıyorlar. Yani parası olan spor yapıyor.”


Sadece parası olana spor yapma olanağı vermek ve olmayanı halkın vergileriyle inşa edilmiş bir spor kompleksinden dışlamak tam da neo-liberal alemden beklenecek bir davranıştır. Bu açıdan bakıldığında kapitalist normlara göre oldukça olağan ve başarılı bir politika bu. Hayatımızın her alanı benzer hak gaspları ve dayatmalarla dolu. Sevindirici olansa Kıraçlı gençlerin herkese örnek olması gereken şekilde bu haksızlığa karşı baş kaldırmış olması.

Ağızlarını her açtıklarında yeni bir futbolu/sporu kurtarma reçetesi öne süren spor medyası ulemalarının kaçının bu olaydan haberi var merak ediyorum. Fakat bu haber, Evrensel dışında hiçbir yerde yayınlanmadığı ve mevzubahis isimler “işçi sınıfı ve emekçilerin spor yapma fırsat ve hakkının en aza indirgemesi” konusunda ağızlarını açamadıkları sürece spor kültürümüzün yoksulluğu ve hoyratlığından şikâyet etmeleri de pek anlam taşımamakta ve kulağa ikiyüzlü gelmektedir.

Perşembe gecesi Galatasaray-Atletico Madrid maçının bitiminde Leo Franco’nun eski takım arkadaşlarını tebrik etmesini yuhalayan Galatasaraylı taraftarları haklı bir şekilde eleştiren futbol kritiklerinin spor kültürümüzdeki bayağılıkları çözmek gibi bir dertleri varsa işe buradan yani her şeyinden özünden başlamaları gerekmektedir. Zira hayatında spor yapmamış/yapamamış yığınlara “spor kültürünüz yok” diye yüklenmek aymazlığın önde gidenidir.

Daha önce de yazmıştım, kendimce belirlediğim 5 madde var ki bunları mercek altına almayan bir spor medyasının bu ülkedeki herhangi bir sportif anlayışı değiştirmesinin mümkün olduğuna inanmıyorum: 1- Irkçılık/Milliyetçilik 2- Cinsiyetçilik: Toplumun ataerkil yani erkek egemen unsurları lehine yaratılan ve beslenen cinsi ayrım. 3- Sporun sınıflılaştırılması: İşçi sınıfının ve emekçilerin spor yapma fırsat ve hakkının en aza indirilmesi 4- Sporun sosyal adaletsizliğin kalesi haline getirilmesi: Ezilen ve emek gücü gasbedilen halkın yarattığı maddi değerlerin milyonlarca dolarlık spor komplekslerine, kulüplere ve “süperstar” sporculara aktarılması, dolayısıyla hem iş gücünün sömürülmesi hem de kapitalist spor endüstrisinin güçlendirilmesi. 5- Sporcuların çalışma haklarının yok sayılması, kısıtlanması: Kısa ömürlü mesleklerinden sadece karın doyuracak kadar para kazanan sporcuların sendikal haklarının engellenmesi.

Dolayısıyla Max Horkheimer’in “Kapitalizmi eleştirmeyen faşizm geldiğinde susmalıdır” sözünde olduğu gibi sporun içine sokulan kapitalist nifakları göremeyen ve bunları eleştirmeyen bir spor medyasının da sırf moda olduğu ve kulağa hoş geldiği için endüstri sporlarından şikâyet etmeye hakkı yoktur. Spor dünyasından memnun olmayan medya ileri gelenlerine işe Kıraçlı gençlerin davasını gündeme taşıyarak ya da en azından benimseyerek başlamalarını öneriyorum.

Not: Savaş Gülelçin ve Kadir Karayaka’ya teşekkürler.

No comments: