Saturday, November 15, 2008

274




Günümüz toplumunun yarı açık algısına göre dünyanın en sıkıcı şeyi her zaman için "realizm" olsa gerek. Öyle değil mi ki; en çok güldüğümüz şeyler her zaman abartılı espriler, slapstick komediler, Burhan Altıntop'lar, Cem Yılmaz'lar ve Airplane!'ler'dir. Hayatı olduğu gibi yansıtma iddiasında olan her eseri sıkıcılıkla suçlarız ki bu zaman zaman hayatın meşakkatli yollarının hafife alınmasının da bir sonucudur. Çünkü o yollarda çoğu zaman "film gibi" sahnelere hakikaten rastlanır. Hayatta kalmak için yeni doğuran bir kadının sütünü içmek zorunda kalan bir adam hiç var olmadı, olamaz sanıyorsanız Rose of Sharon'ların merhametini, yoksulluğun sefaletini ve Steinbeck'in sosyal gerçekçiliğini hafife alıyorsunuz demektir. Ama yine de toz pembe dünyası içerisinde bunlar potansitel tüketici hedef kitleye inanması zor gelir ve bu yüzden dramatikliği ve etkisi 2 kat artar. Kısacası gerçekçiliğin ve mübalağanın tüm tartışmaya açık temsillerine ve algılanışlarına karşın hedef kitlenin nazarında kazanan her zaman din eksenli idealizmdir, romantizmdir, mübalağadır, Burhan Altıntop'tur.

İnsanoğlunun genlerine işlenmiştir adeta bu. Tarihin başından beri beşeriyetin yarattığı onca fikir ve hayal içerisinde en çok tutulanın hep mitoloji ve din olması da bundandır. Olağanüstü kelimesinin dayanılmaz çarpıcılığına karşı hepimizin bir zaafı vardır ve insanoğlu olanca güce taparlığıyla her zaman insanüstü olanı, tanrısal olanı kısacası kendisinden üstün olanı aramış ve ona anlaşılması güç bir itaat beslemiştir. Hegelyan efendi-köle diyalektiğini veya din-felsefe ilişkilerini inceleyecek olursak görürüz ki yabancılaşma kavramının dahi kökeninde bu yatar. İnsan her zaman mitolojik-efsanevi olanın çekiciliğine belki korkak olduğundan belki de sadece bundan hoşnut olduğu için kendi gerçekliğini emanet eder. Bunun sonucunda da maddesel dünyadan uzaklaşır ve bir nevi yanlış bilincin eseri olur. Yine Hegelci konuşursak bu yanlış bilinç aynı zamanda onun özgürlüğünü de kısıtlar. İnsan artık kendi yarattığı efsanelerin tutsağıdır ve hiç şaşırtıcı olmayan bir şekilde bu efsaneler her zaman hakimlerin denetimi altındadır.

Günümüz modernizminde de değişen hiçbir şey yoktur aslında. Din, eski önemini kaybetse de onun yerini alan baskın fikir ve ideolojiler yine hakimlerin emrindedir ve yine gerçek maddesel dünyanın yanlış bir tezahürü biçiminde öğretilir yığınlara. Bu bağlamda mit, efsane gibi kavramlarların sadece biçim ve özneleri değişmiştir. Hegelci Hıristiyan yabancılaşmasından, Marksist yabancılaşma teori ve gerçekliğine ulaşılmıştır ve tüm teknolojik bilimselliğimize rağmen halen en revaçta olan hikayeler sözde insanüstü alemlerden, freakshow'lardan ve mitolojik katmanlardan çıkar. "Spor ve Köşebaşı Kahramanları" yazımı tekrara girmek istemiyorum ama sporun ve spor medyasının bu efsane yaratma süreçlerinde geçmişin din ve ruhban sınıfı rolünü üstlendiği söylemek çok da abartılı olmayacaktır.

Spor ve "sevgili medyası"'nı zikretmeye başlayınca da nihayet konuma gelebildiğimi sizlere müjdeleyebilirim. Malum LeBron James, Nike ve Nba tarafından günümüz basketbolunun "kralı" ve "seçilmiş kişisi" ilan edileli çok oluyor ve bu bakımdan da en çok para getiren özne olarak onun etrafında döndürülen haberlerin ve oluşturulan efsanelerin de haddi hesabı yok. Lise yıllarından beri gelişimini takip ettiğim bu oyuncu hakkında büyük ihtimalle dünya çapında en çok veri toplamış, haber incelemiş ve analiz yapmış isimlerden biriyimdir. LeBron markası üzerinde Nike firmasının başından beri yürüttüğü reklam kampanyalarını inceleyecek olursak hep bir dinsel ve mitolojik temaya rastlayabiliriz. Book of Dimes reklamlarından, Witness serisine Nike elindeki bu hakikaten özel yeteneğin pazarlanmasında Hz.İsa modeli izlemiştir denebilir aslında. "Second Coming" yeryüzüne iner, basketbolun yeni kurtarıcısı olur ve bunları yaparken tabii ki insanüstü fiziğinden, başının arkasındaki gözünden ve bir Amerikan spor klişesi olan "winner" yani kazanan olma özelliklerinden faydalanır. Esasında bu "kazanan" olma özelliğine bir parantez açacak olursak özellikle 80'lerle birlikte spor literatüründeki hakimiyeti sağlanan bu yeti adeta Michael Jordan'la birlikte kapitalizmdeki rekabetin, spora ve dolayısıyla hayatın kendisine uyarlanmasından ibarettir. Piyasadaki vahşi rekabetin aynısı Jordan'ın rekabetçi kişiliğiyle birleştirilmiş ve spor arenalarının en büyük erdemi olarak pazarlanmıştır. Günümüzde "kaybeden" olarak anılan bir sporcu ne yaparsa yapsın iflah olmaz, olamaz ve sistem tarafından dışlanır. LeBron'a ve mitolojiye dönecek olursak; kapitalizmin kitleleri sürüklemek için ihtiyaç duyduğu efsane yaratma sürecinin bu haftaki son örneğini dillendirebiliriz artık.

Kapitalizm bir din ve LeBron James onun sözde Mesih'iyse eğer ESPN de hiç kuşkusuz İncil'dir. LeBron dahil olmak üzere hemen hemen tüm "kazanan" süperstarlarla ilgili klişe haberlere her gün rastlayabilirsiniz burada. Kobe Bryant şöyle rekabetçidir, Dwyane Wade öyle savaşçıdır, Dwight Howard böyle uçar; e ne var bunda LeBron da insan değildir. Oyuncunun hakkında çıkarılan son dedikodular, medyanın nasıl da efsane yarattığının güzel bir örneği. ESPN yorumcusu Jon Barry'nin çok yakın bir kaynaktan aldığını iddia ettiği bilgiye göre LeBron James 274 pound yani 130 kiloymuş. Eğer LeBron'u daha önce izlememiş biriyseniz "Ne olmuş yani" diyebilirsiniz ama onun oyununa aşina biri için bu hakikaten korkutucu bir rakam. Şöyle ki 130 kiloluk bir adamın bu kadar hızlı ve atletik olabilmesi şu ana kadar rastlanmış bir hadise değil. Yani ortada "insanüstü" olarak tanımlanan bir durum var ve tabii ki ESPN ve LeBron başrolde. Son 1 haftadır tüm Amerikan spor medyası ve forumları James'in 274 pound olmasını konuşuyor. Yürütülen tezler arasında LeBron'un Nike laboratuarlarında geliştirilmiş bir android olduğuna varan absürdlükte iddialar var ki işte tam da bu ve bunun gibi absürdlükler kapitalist medyanın efsane yaratma sürecini destekleyen olgular. Bu konuşmaların üstüne LeBron James'in salı günkü Milwaukee Bucks maçında faul çizgisinden zıplayarak bastığı smaç da denk gelince ortalık tam bir LeBron kazanına dönüştü. LeBron'un konu hakkında yaptığı "270 mi? Hayır bu bir dedikodu" açıklaması kulak arkası edildi. İşin komik tarafı LeBron James geçtiğimiz sezonun sonunda girdiği testlerde 262 pound çıkmıştı. Yani ortada çok da yeni bir durum yok. Vücuduna eklediği iddia edilen 12 pound yani 5 kilo bir adamı birden insan üstü yapmaz ama başta da söylediğim gibi verilerin sunuluşu yarattığı algıyı etkilemesi açısından çok önemli bir etkiye sahiptir. Ve zaten tanrısal olana karşı doğuştan bir zihinsel esaret besleyen insanoğluna bir şeyin olağanütü olduğunu inandırabilirseniz istediğiniz esareti yaratabildiniz demektir. Bu da otomatik olarak modern dünyada halkın afyonu olarak dinin yerini medyanın aldığının göstergelerinden biridir. Çünkü bir insan istediği kadar materyalist olsun kendinden üstün olana karşın dayanılmaz bir hayranlık besler. Bunu LeBron'un en iddialı hayranlarından biri olarak en iyi kendimden bildiğim için bu kadar rahat konuşuyorum.

İtiraf ediyorum: LeBron'un 274 pound olduğu yönündeki haberler ve akabinde gelen faul çizgisi smacı beni de çok heyecanlandırdı. Hatta söz konusu smacın videosunu dahi facebook aracılığıyla yayınladım. Bu yazıyla smacın görüntülerini üst üste koyarak kendi günah çıkarma işlemimi de aradan çıkarmayı umuyorum. LeBron'un faul çizgisinden smaç basabileceğini bilmiyor muydum? Elbette biliyordum. LeBron'un en az 120 kilo olduğunu ve basketbol tarihinin en atletik oyuncularından biri olduğuu bilmiyor muydum? Elbette ki biliyordum ama dedim ya insanoğlu kendinden üstün bir varlığı görmeyedursun hemen onu efsaneleştirir ve nedenlerini maddi hayatın dışında aramaya koyulur. Bu gerçek genlerimize tarih öncesinden işlenen bir güce tapma ve Tanrı'yı arama saplantısının kalıntılarından ileri gelmektedir.

Ve Hz.İsa suyun üzerinde yürürken Kral'ların ve ruhban sınıfının onun adına sömürdüğü halkın yerini günümüzde fabrikada LeBron James ayakkabısı yapımında çalışan işçiler almıştır. Muhtemelen 11 yaşında bir Çinli, favori oyuncusunun hiçbir zaman elde edemeyeceği ayakkabısını yapmak için haftada 2.5 dolara çalışırken ve ona duyduğu hayranlığın kendisine kaybettirdiği şeyleri göremezken ondan çok uzaklarda bir yerlerde "şov" devam etmektedir. İşin en ilginç tarafı ilerleyen teknolojiyle göya gerçekliğe erişimimiz kolaylaşırken tam tersine efsanelere ve yanılsamalara daha çok bağlandırılmamız belki de. Nasıl ki Hz.Musa, Kızıldeniz'i ortadan ikiye yardı, nasıl ki 2.13'lük Wilt Chamberlain faul çizgisinden zıplayıp smaç bastı, nasıl ki Earl Manigault potanın en tepesine yerleştirdiği bozuk parayı tek hamlede kapıverdi, LeBron James de elimizdeki tüm video görüntülerine rağmen bundan 30 sene sonra zıpladığı zaman kıçıyla smaç basabilen bir aldatıcı ilüzyon olarak anılacak. 2038'de görüşmek üzere. Ne o, yoksa biri sosyal gerçekçilikten ve romantizmden, sömürüden ve yabancılaşmadan, efsanelerden ve yanılsamalardan mı bahsetti?

1 comment:

goooooood girl said...

your blog is well well well......