Mevsim itibariyle en sakin günlerini geçirmesi beklenen spor dünyası bahis ve şike skandallarıyla dünya gündemini sarsmış vaziyette. Öyle ki bu yaz hemen hemen her sporda bir skandala rastlamak olası. Amerikan futbolu oyuncusu Michael Vick'in köpek kavgalarına, Nba'in emektar hakemlerinden Tim Donaughy'nin senelerdir kendi yönettiği maçlara bahis oynadığının ortaya çıkmasının ardından çok daha organize ve can sıkıcı bir vaka da kıt'a Avrupası'nda, hem de bu tip olayları en az görmek istediğimiz sahalar olan tenis kortlarında vuku buldu.
Olayı duymayanlar için kısaca özetleyelim: kahramanımız Rus(sürpriz!) tenisçi Nikolay Davydenko ve Polonya'da düzenlenen bir turnuvada Arjantinli adı sanı duyulmamış rakibi Arguello'yla yaptığı müsabakaya her ne hikmetse fırtına gibi başlıyor, 2. sette birden duruluyor ve nihayet 3.sette sakatlığını bahane ederek maçtan çekiliyor. Ha bu arada sadece betfair bahis sitesinden yüzde 95'i Arjantinli oyuncunun 2-1 galibiyetine yatırılmış 7 milyon doları aşkın bir paradan da söz etmek meseleyi zihinlerinizde daha açık bir hale getirecektir. Sıradan bir tenis müsabakasına 7 milyon dolar yani normal miktarın 10 katı para yatırılıyorsa bu neredeyse açık bir ihbardır. Nitekim Betfair şirketi bu maçla ilgili müşterilerine ödeme yapmayacağını da açıkladı. Olayın son hukuki durumunu bilemiyorum ama gayet masum bir çağrışımla akıllarımıza şu müthiş üçlü geliyor: Para, şike, bahis.
Nba başkanı David Stern Tim Donaughy'nin bahis skandalı sonrası "bu münferit bir olaydır" açıklamasını yapmıştı. Kuşkusuz haklıdır, Nba tarihinde şike ya da bahis skandalı gibi hadiselere rastlamak pek mümkün değildir. Fakat Davydenko'nun bu olayında aynı şeyden söz etmek mümkün değil zira işin içine Rus mafyası girdiği zaman organize bir suça da balıklama atlamış oluyorsunuz. Zaten biri çıkıp bu münferit bir olaydır dese buna ömründe suç görmemiş Lüksemburg polisi dahi inanmaz.
Boris Yeltsin, yeni Rusya'yı dünyaya tanıttığı zaman tüm dünya rahat bir nefes almıştı. Nihayet komunizm yıkılmış, soğuk savaş sona ermiş ve nükleer savaş tehlikesi en azından bir süre için Batı dünyasının öcüsü olmaktan çıkmıştı. Yeni Rusya'nın kapitalist dünyaya ayak uydurması lazımdı ve bunun için büyük sermayeye ihtiyaç duyuluyordu. Boris Berezovsky, Roman Abramovich, Mikhail Khodorovsky gibi oligarklar bu dönemde devlet eliyle yaratılmış ve nihayet ileride tüm Avrupa'nın başına da bela olacak büyük Rus mafyası filizlenmeye başlamıştı. Evet, Yeltsin, Rusya'yı demokrasiyle tanıştırdın, ülke tarihinin gördüğü en sempatik başkan oldun, Clinton'la karşılıklı oturup big mac bile yedin ama ortaya çıkan bu Frankenstein'ı da istemeden de olsa sen yarattın.
Rus mafyası, önderleri oligarkların Avrupa'da kurduğu saygın ağlar sayesinde istediği her alana elini atabiliyor. Nasıl atmasın ki en önemli liderlerinden Roman Abramovich, Londra'nın yani Avrupa'nın en seçkin şehrinin bir numaralı adamı. Bahis skandalları, uyuşturucu-silah kaçakçılıkları, faili meçhul cinayetler, satın alınan ve şikeye zorlanan sporcular... Tıpkı Nikolay Davydenko gibi. Aksinin ispatlanması imkansız gibi olsa da dünyadaki hiçbir mahkeme ve hukuk sistemi işlendiği aşikar olan bu şike suçunda Davydenko'nun bir numaralı aktör olduğuna beni inandıramaz. Büyük ihtimalle kolları her yere uzanan Rus mafyası, Niko'yla bir anlaşma yaptı(şike yapmazsan anneni unut vs.) ve onu şikeye zorladı. Karşılığında da kuşkusuz ona da ufak bir ödül vaat etmişlerdir ama yine de kendi ve sevdiklerinin canı tehlikede olan bir adam tiranlara boyun eğdi diye suçlamaya gönlüm razı olmuyor.
Maalesef dönüp dolaşıp yine aynı yere geliyoruz. Evet, sporu seviyoruz, onun aktörlerini de. Hatta sporların sermaye akışları sayesinde dünya çapında popülariteye ulaşıp gelişmesini de. Ama paranın hakim olduğu her alanda olduğu gibi sporun da mafya eksenli suistimallerle kirletilmesinden nefret ediyoruz, bunu engellemek için yapabileceğimiz hiçbir şeyin olmamasından ise 2 kat daha fazla.
Showing posts with label tennis. Show all posts
Showing posts with label tennis. Show all posts
Wednesday, August 8, 2007
Thursday, July 5, 2007
Wimbledon'07-Superstar Atletlerin ve Sermayenin Gelenekle Çatışması
Wimbledon, malum tenisseverlerin gözbebeği, ilk aşkı, world series'i, dünya kupası, grand slam'lerin kraliçesi...İngilizler, sanayi devriminin öncüsü, kapitalizmin babası, bir yandan da kanla yazılan 19 ve 20.yüzyıl dünya tarihinin başrol oyuncusu. Tüm bu çağ değiştiren atılımlara evsahipliği yapan ada da 19.yüzyıl itibariyle desporte yani sporu(boş zaman öldürme aygıtı) günlük hayata adapte eden ve sonrasında kitlelere yayılmasında büyük rol oynayan burjuva sınıfının doruk noktasına ulaştığı coğrafya.. Bu bakımdan, futboldan, Wimbledon'dan, polo'dan, kriketten, şundan ondan bundan birçok sporseverin gönlünde yer eden bir spor mazisine sahip olan bir ülke..
Bu ikili tarih boyunca takipçilerinden çokça övgü almıştır ama bilhassa Wimbledon hep tabu kelimesinin eş anlamı gibi algılanmıştır. Öyle ki olumsuz eleştiri ve Wimbledon kelimelerinin yan yana geldiğine şahit olmak için kortların asi çocuğu Andre Agassi'nin ilk yıllarına ya da Mr.Trash Talk John McEnroe'ya kadar dönmek gerekiyor.
Totem ve Tabu'da şöyle der Freud: "Tabular ilkel insanın korkularıdır ve insanlık geliştikçe yıkılmaya mahkumdurlar" Hayır, ben Wimbledon'ım hakkında bu kadar acımasız olamam ama Rafael Nadal başta olmak üzere Nikolay Davydenko, Marat Safin ve Serena Williams gibi ünlü raketler turnuvayı yerden yere vurmakta bir sakınca görmüyorlar. Hava şartları, yağmur gibi tehditler çatısız Wimbledon kortları için her zaman sorun olmuştur ama 82'den beri Londra'nın bu küçük banliyösü böyle uygunsuz hava şartlarına maruz kalmamıştı ve yağmurun defalarca ertelediği müsabakalar günümüzün milyoner tenisçilerini canından bezdirmişe benziyor.
"Yetkililer, oyuncuları düşünmüyor", "Wimbledon dünyanın en sıkıcı turnuvası" bu yorumlar Roland Garros'un kralı Rafael Nadal ve Rus Nikolay Davydenko'ya ait. Maçı yağmur muhalefeti sebebiyle defalarca ertelenen Nadal, kuşkusuz Wimbledon'ın bir numaralı hayranı değil ama acaba benzer terslikler başına Paris'te gelmiş olsa veya çok zorlandığı çim kort yerine Wimbledon toprak kort olsa aynı eleştirileri yapar mıydı bilinmez.. Teoriye yer bırakmayan bir gerçek var ki durmak bilmeyen yağmurların ve ertelemelerin canını sıktığı tek isimler sporcular değil. Yayıncı kuruluşlar için de her erteleme mali zarar ve program akışının alt üst olması demek ve spor tarihi boyunca hiçbir güç medyayla ters düşmeye cesaret edememiştir.
Sonucu tahmin etmek kolay, her zaman olduğu gibi bu konuda da sermayenin itirazı geleneği yıkmaya yetti ve 2009'dan itibaren Wimbledon Merkez Kortu yeni çatısıyla hizmet vermeye başlayacak. Böylece belki de benim gibi uslanmaz birkaç Wimbledon faşisti! değişimin karşı konulmaz devinimine yenik düşmüş olacak. Biz, eski kafalılar ise muhtemelen 20 sene sonra mantıklı yeniliklere karşı çıkmanın aslında ne büyük bir aptallık olduğunu kendimize dahi itiraf edemeden Wimbledon'ın keyfini sürmeye devam edeceğiz. Neyse ben galiba yarım bir itirafla içimi biraz rahatlattım.Darısı diğer muhafazakarların başına(her alanda).
"Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir."- Herakleitos
Bu ikili tarih boyunca takipçilerinden çokça övgü almıştır ama bilhassa Wimbledon hep tabu kelimesinin eş anlamı gibi algılanmıştır. Öyle ki olumsuz eleştiri ve Wimbledon kelimelerinin yan yana geldiğine şahit olmak için kortların asi çocuğu Andre Agassi'nin ilk yıllarına ya da Mr.Trash Talk John McEnroe'ya kadar dönmek gerekiyor.
Totem ve Tabu'da şöyle der Freud: "Tabular ilkel insanın korkularıdır ve insanlık geliştikçe yıkılmaya mahkumdurlar" Hayır, ben Wimbledon'ım hakkında bu kadar acımasız olamam ama Rafael Nadal başta olmak üzere Nikolay Davydenko, Marat Safin ve Serena Williams gibi ünlü raketler turnuvayı yerden yere vurmakta bir sakınca görmüyorlar. Hava şartları, yağmur gibi tehditler çatısız Wimbledon kortları için her zaman sorun olmuştur ama 82'den beri Londra'nın bu küçük banliyösü böyle uygunsuz hava şartlarına maruz kalmamıştı ve yağmurun defalarca ertelediği müsabakalar günümüzün milyoner tenisçilerini canından bezdirmişe benziyor.
"Yetkililer, oyuncuları düşünmüyor", "Wimbledon dünyanın en sıkıcı turnuvası" bu yorumlar Roland Garros'un kralı Rafael Nadal ve Rus Nikolay Davydenko'ya ait. Maçı yağmur muhalefeti sebebiyle defalarca ertelenen Nadal, kuşkusuz Wimbledon'ın bir numaralı hayranı değil ama acaba benzer terslikler başına Paris'te gelmiş olsa veya çok zorlandığı çim kort yerine Wimbledon toprak kort olsa aynı eleştirileri yapar mıydı bilinmez.. Teoriye yer bırakmayan bir gerçek var ki durmak bilmeyen yağmurların ve ertelemelerin canını sıktığı tek isimler sporcular değil. Yayıncı kuruluşlar için de her erteleme mali zarar ve program akışının alt üst olması demek ve spor tarihi boyunca hiçbir güç medyayla ters düşmeye cesaret edememiştir.
Sonucu tahmin etmek kolay, her zaman olduğu gibi bu konuda da sermayenin itirazı geleneği yıkmaya yetti ve 2009'dan itibaren Wimbledon Merkez Kortu yeni çatısıyla hizmet vermeye başlayacak. Böylece belki de benim gibi uslanmaz birkaç Wimbledon faşisti! değişimin karşı konulmaz devinimine yenik düşmüş olacak. Biz, eski kafalılar ise muhtemelen 20 sene sonra mantıklı yeniliklere karşı çıkmanın aslında ne büyük bir aptallık olduğunu kendimize dahi itiraf edemeden Wimbledon'ın keyfini sürmeye devam edeceğiz. Neyse ben galiba yarım bir itirafla içimi biraz rahatlattım.Darısı diğer muhafazakarların başına(her alanda).
"Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir."- Herakleitos
Subscribe to:
Posts (Atom)