Showing posts with label orlando magic. Show all posts
Showing posts with label orlando magic. Show all posts

Saturday, May 23, 2009

ŞUT 2





Dünyadan çok şey götüren 20.yüzyıl, insana "An"'ı hediye etti. Daha önce hiçbir çağda, hiçbir dönemde, hiçbir durumda birkaç saniye içerisinde olup biten hadiseler bu kadar öne çıkmamıştı, çıkamazdı da. Fakat çağımızın en büyük ozanı medya insanların o özel anlara olan zaafını ortaya çıkardı ve o anlar bizim "peygamberimiz" oldu...

Ernest Hemingway'in unutulmaz romanı "Çanlar Kimin İçin Çalıyor"'da şöyle bir pasaj vardır: "...Ah, şimdi, şimdi, şimdi, yalnızca şimdi, her şeyden önce şimdi ve şimdiki senden başka şimdi yok ve şimdi senin peygamberindir. Şimdi, sonsuza dek şimdi. Gel şimdi, şimdi, çünkü şimdiden başka şimdi yok..." Şimdi yani şu an yani tek bir an, tarihin hiçbir döneminde insanlık için bu kadar önemli olmayan bir zaman dilimi artık hayatı tanımlamaya yeterli. Ve insanoğlunun o özgün anlara olan sevdası 20.yüzyıl ve devamının ansiklopedik karşılığı belki de.

Daha önce çok tekrar ettim, yine edeceğim Daniel Boorstin'in o kıdemli sözünü: "Sporları seviyoruz çünkü ancak onun sağladığı imajlarla, spontane, tekrarı asla aynı olamayacak olan özgün anlara duyduğumuz amansız açlığı giderebiliyoruz." Bu anlar, bu enstantanelerle bir dönemi, bir başarıyı, bir olayı tanımlıyoruz.

Elbette her sonuç bir sürecin eseri ama "o an" işte herşeyi düğümünden söküp atan, bağımsızlığa kavuşturan o biricik anı yaşamak, ona tanıklık etmek...Tüm arzumuz bu ve bunun farkında olan medya da o anları efsaneleştirmek için elinden geleni yapıyor elbette.

Cleveland, Amerika'nın lanetli şehri olarak anılır. Kaybedenlerin kentidir. Büyük kenttir ama büyüklerin içinde sonuncudur. Tarih boyunca her alanda gölgede kalmış, alaylara maruz bırakılmıştır. "Cleveland Şakaları" diye bir gerçek vardır, American Splendor okuyan, izleyen herkesin gülümseyerek hatırlayağı gibi. Aynı makus talih, kentin spor tarihi için de geçerlidir. Beyzbol'dan basketbola Cleveland hep kaybetmiş, hep üzülmüş, hep dalga geçilmiştir.

Bugüne, yani 22 Mayıs 2009 tarihine kadar Cleveland'ın spor geçmişini özetleyen "an" Chicago Bulls'lu Michael Jordan'ın, 1989 Doğu Konferansı playoffları 1.turunda Craig Ehlo'nun üzerinden bulduğu mükemmel basketti. 3 saniye kala Brad Sellers'la topu oyuna sokan Bulls'un kaderi her zaman olduğu gibi Jordan'ın ellerine teslimdi. MJ topu aldı, sola doğru dripling yaptı havada topu Ehlo'dan kaçırdı ve 20 bin Cleveland'lıyı gözyaşlarına boğan o unutulmaz şutu soktu. Cavs 3-2 elenmişti ve Cleveland belki de tarihinin en iyi kadrosuyla bir kez daha hiçbir şey başaramamanın ezikliğini hissetmeye mahkum olmuştu. Bu sekans tarihe "The Shot" yani "Şut" olarak geçti ve senelerce Cleveland diyince akla gelen ilk şey bu oldu. Ta ki bugüne kadar...

Tanrının Cleveland şehrine adeta bir özür olarak yolladığı LeBron James, Cavaliers'a geldiği 2003 senesinden beri çok şey değiştirdi ama hiçbiri bugünkü kadar Jordanvari ve "Kazanan" özelliğinde değildi. Hidayet Türkoğlu Orlando Magic adına mükemmel bir geri dönüşü taçlandıran o enfes şutu soktuğunda Q Arena'da herkes "Cleveland'ın Laneti"'nden bahsetmeye başlamıştı ki, LeBron James, 0.5 saniye kala geriye doğru çekilerek mucizevi bir üçlük gönderdi ve takımını yeniden seriye dahil etti.

Artık Clevelandlılar'ın gülümseyerek anımsayabilecekleri, kendi "Şut"'ları var. Eğer LeBron takımını finale ve sonra şampiyonluğa taşıyabilirse bugünü, bu anı ve o şutu Cleveland'da yaşayan herkes hayatının sonuna kadar unutamayacak.

ŞUT 1: http://www.youtube.com/watch?v=p5WUOnTxwPw

ŞUT 2: http://www.youtube.com/watch?v=VkvTLOhm-TQ

Friday, July 6, 2007

Grant Hill'in hikayesi, Milyon Dolarlık Endüstri ve Spor Etiği

Milyon Dolarlık Bebekler Kazandıkları Paralar oranında hayranlarına(müşterilerine) ve işverenlerine(sahiplerine) borçlular mıdır?

15 yılı aşkın bir süredir spor tarihini hayat memat meselesiymişçesine inceleyen bir spor sapkını olarak şahit olduğum, okuduğum ve izlediğim atletler arasında en hüzünlü kariyere sahip olan isim kuşkusuz Grant Hill'dir. Birçok meslektaşının aksine gettolarda değil malikanelerde büyüyen, geçim kaynağı olan sporu zincirli sokak potalarında değil evinin arka kısmındaki özel parke sahada öğrenen bir isim olarak Hill'in hayata 1-0 hatta 4-0 önde başladığını biraz da imrenerek iddia etmek doğru olabilir ama hayatın ona çizdiği bu çetrefilli yolun, maçın başında avans olarak aldığı tüm golleri hakem kararıyla iptal ettiğini söylemek de hiç yanlış olmaz.

Duke'te başlayan kolej kariyerinin 1. senesinden itibaren medyanın aşırı ilgisi(Lebron'dan sonra en çok konuşulan pre-Nba oyuncusu olduğu kesin) ve halkın inanılmaz sempatisiyle ülke kamuoyunda hatırı sayılır bir yer işgal eden Hill, paraya ihtiyacı olmayan tuzu kuru bir süper yetenek olarak 4 sene boyunca ACC ligini ve Mart çılgınlığını domine edip 2 şampiyonluk kazandıktan ve diplomasını cebine attıktan sonra 1994'te çok da kritik bir dönemde Nba'e adım atmıştı. Kritik, zira 94-95 senesi aynı zamanda lig tarihinin gelmiş geçmiş en büyük ismi Michael Jordan'ın(en azından yarım sezon) yokluğunun 2. senesine denk gelir ki bunun Nba'in reytingini bir anda yarıya indiren bir gelişme olarak nitelemek hiç de abartı değil. Ligin, ABD'nin hatta tüm dünyanın bir numaralı atleti Michael Jordan'ın ani emekliliği sonrası halkın yeni gözbebeği haline gelen 2.04'lük bu çok yönlü oyuncu tıpkı Lebron'ın lige gelişinde olduğu gibi inanılmaz bir ilgiyle karşılanmış ve ligin kurtarıcısı olarak adlandırılmıştı. Mütevazi tavrı ve alçak gönüllülüğü sebebiyle hiçbir zaman kral ya da seçilmiş kişi(chosen one-Lebron) gibi lakaplarla anılmadı ama henüz çaylak senesinde halk tarafından oylanan all-star seçiminde birinci gelerek lig tarihinde bir ilke imza attı ve halkın ona olan müthiş sevgisi ispatlandı. Öyle ki ertesi sene Majesteleri Jordan'ın 95/96'daki muhteşem sezonuna (72-10'luk rekor) rağmen all-star oylamasında yine birinci gelerek efsanelerin efsanesinden bile çok sevildiği ortaya çıkınca Sports Illustrated gibi dergiler, onun Mike'tan bile daha iyi olacağını iddia etmeye başladı.

Evet, Grant Hill müthiş bir basketbolcuydu, Oscar Robertson'dan sonra ligin gördüğü en all-around oyuncuydu ve Scottie Pippen'lı üçgen Bulls hücumu sonrası şekillenen Point Forvet pozisyonunun en iyisiydi. Harika bir savunmacı ve takım oyuncusuydu ama kesinlikle Jordan kadar skorer bir isim değildi ve Amerikalılar'ın o bayıldığı tabirle "winner" da değildi. 7 senelik Detroit kariyeri boyunca hiçbir kalburüstü play-off başarısı kazanamadı ve nihayet milenyumun eşiğinde mavi yakalı şehirden Florida'nın üvey evladı Orlando'ya takas oldu. Herkes Hill'in, ligin yeni Jordan adaylarından Tracy McGrady'le doğuyu domine etmesini beklerken hiç de hesaba katılmayan bir talihsizlik yaşandı. Sakatlık.. Milli takım kampında bileğinden sakatlanan ve ameliyat olan Hill, 2000 senesinden bugüne kadar sadece 200 (iki yüz) lig maçına çıkabildi ve 93 milyon dolarlık kontratına göre bir hesap yaparsak maç başına yaklaşık 500 bin dolar kazandı. Hmm, inanın Orlando taraftarı olsanız değil Grant Hill Hz. İsa'ya bile kızgınlık duyarsınız. İzlemek için kendi hesabınıza göre önemli bir miktar para ve mesai harcadığınız yıldız ismin size borçlu olduğunu hissedersiniz, hissetmekle kalmaz buna yüzde yüz inanır ve dile getirirsiniz. Orlando'lular da öyle yaptı tabii ki bir numaralı halk dostuna hiçbir zaman fazla kızamadılar ta ki kontratının şartlı sona erdiği bu sezon sonuna kadar. ..

Grant Hill, 5 Temmuz günü Phoenix Suns'la anlaştığını açıkladı ve o günden beri Amerikan medyasında ve taraftar forumlarında spor etiği açısından çooook önemli yer işgal eden bir mevzu tartışılmaya başlandı. "Acaba Grant Hill, Orlando şehrine ve Magic organizasyonuna borçlu muydu? Borçluysa herşeye rağmen takımla yeniden en düşük ücret karşılığı anlaşmalı ve şanssız kariyerini mutsuz ama "borçsuz" mu sonlandırmalıydı?" Milyon dolarlık bir soru ve cevabı yazısız spor etiği kanunlarına emsal teşkil edecek mahiyette.

Kişisel fikrim, Grant Hill'in Orlando'ya bir sent dahi borcu olmadığı yönünde, ne manevi ne maddi. Evet, her iş sahasında maksimum sömürünün mübah olduğu bir sistemde sporcuların kazandıkları paralar kağıt üstünde inanılmaz ama bunu hangi şartlarda yaptıklarını iyi irdelemek lazım. Hill, canı sıkıldığı ya da kariyerindeki monoton istikrardan! sıkıldığı için sakatlanmadı. Kötü antrenman yaptığı için de sakatlanmadı. Sadece yılların birikimi belki de kazandığı paraların sebebi olarak sakatlandı zira senede 82 normal sezon maçı oynamak ve 2-3 aylık tatil dışında devamlı seyahat edip tamamen işine konsantre olmak belki de ağır işçiliğin yenilenmesi gereken bir tanımıdır. Müthiş kamuoyu baskı ve ilgisi de cabası. Bu kadar stresli ve ağır bir ortamda sakatlandı diye hiç kimse suçlanamaz. Hele ki Grant Hill gibi spor ahlakına sahip bir isim asla. O sadece şanssızdı ve sakatlandı, daha da şanssızdı ve sakatlığı devamlı nüksetti. Kariyerindeki bu inişi o istemedi ve geri dönüp eskisi gibi olabilmek için elinden geleni yaptı ama olmadı. Bu kadar basit. Bunu kabullenmek zor geliyorsa spora, sporcuya ve insan haklarına olan bakışımızı gözden geçirmeliyiz. Tabii ki sporcuların kazandıkları paranın hakkını vermeleri önemli ama bu konuda kızgın olunacak birileri varsa onlar da Latrell Sprewell ya da Ron Artest tarzı gangsta-basketbolcularıdır. Grant Hill, gibi bir şanssızlık abidesi değil.

Son nokta bir temenni: Phoenix'e, Arizona'ya yani çöle giden Hill'in şanssızlıklarının burada lütfen sona ermesi..Malum, Bahtsız Bedevi, Çöl, Kutup Ayısı vs vs...