BU YAZI İLK OLARAK 14 TEMMUZ 2010 TARİHİNDE EVRENSEL GAZETESİ EKİ GENÇ HAYAT'TA YAYINLANMIŞTIR.
Her dünya kupasının bir mirası vardır. Güney Afrika 2010 da hem saha içi hem de saha dışı kalıntılarıyla hatırlanacak. Futbola dair kalanlar olumlu şeyler. No Pasaran! (Geçit yok) İspanyol İç Savaşı’nın devrimci sloganı bir kez daha İspanyolların dilinde. Bir kuşağa umut aşılayan bu slogan artık daha güzel bir dünya için mücadele etmeyi değil futbol sahalarındaki mutlak İspanyol hâkimiyetini simgeliyor. 2008’de İspanya’nın Avrupa Kupası şampiyonluğuyla başlayan, Barcelona ve milli takımın başarılarıyla perçinlenen bu egemenlik aynı zamanda bir futbol ekolünün de liderliğine işaret ediyor.
Bahsettiğim futbol ekolüne İspanyolların verdiği isim Tiqui-taca. Anglo-Amerikan âlemde ise possession football olarak biliniyor. Türkçeye de top hâkimiyetine dayanan futbol olarak çevirebiliriz. Mantık basit, topa hâkim olan sahaya da hâkim olur. Oyunu dikte eder, ritmi ayarlar, rakibi yorar kısacası ipleri eline geçirir. Teknik, top alış verişinde mahir oyuncularıyla İspanya ve Barcelona verimli ve sık paslaşmanın hayati bir önem taşıdığı bu taktiği en iyi uygulayan takımlar.
Bugüne kadar bu sisteme karşı en etkili muhalefeti Jose Mourinho geliştirdi. Chelsea ve Inter’le Barcelona’yı elemeyi başaran Portekizli teknik adamın stratejisi rakip takımın topa hâkim olmasına izin vermek ama bu hâkimiyeti sahanın zararsız bölgeleriyle sınırlı kılarak etkisiz hale getirmeye dayanıyor. Bu taktiğin 3 anahtar prensibi var. Birincisi ön alanda pres, ikincisi sahaya rakibe boşluk bırakmayacak bir şekilde yayılmak. Üçüncü ilke ise topu kazandığında kanatları kullanarak aktif oyun sahasını mümkün olduğunca genişletmek. Son 4-5 yıldır dünya futbolunun taktikler arenasındaki en ileri düzeni İspanyolların tiqui-taca’sı. Onun defansif panzehiri ise Jose Mourinho’nun sistemi. Dünya Kupası final maçı da bu 2 ekolün bir kez daha karşı karşıya gelmesi gibiydi.
Total Futbol’un mucidi Rinus Michels der ki : “Bütün oyun alanla ve onu nasıl kontrol ettiğinizle ilgilidir. Topa sahip olduğunuzda alanı genişletmelisiniz, sahip olmadığınızdaysa daraltmalısınız.” Görünen o ki Total Futbol’dan 2010 Hollanda’sına kalan tek miras bu cümle olmuş. Yalnız Van Marwijk ve oyuncuları tiqui-taca’ya karşı 70 dakika boyunca çok iyi direnmelerine karşın bir şeyi yanlış yaptılar. Sahaya bir Mourinho Inter’i kadar iyi yayılamadılar ve neticesinde sık sık sert faullerle rakibi durdurmak zorunda kaldılar. Dolayısıyla peşi sıra çıkan kartlar takımın dakikalar ilerledikçe aynı agresifliği göstermesine engel oldu. Hollanda oyunun hâkimiyetini tamamen İspanya’ya kaptırınca maçı kaybetmeleri de kaçınılmazdı.
Nihayetinde kazanan taraf nüvesini 6 Barcelonalı oyuncunun oluşturduğu kadrosuyla İspanya oldu. 2008 Avrupa Kupası’ndan sonra 2010 Dünya Kupası’nı da müzesine götüren matadorların zaferi tiqui taca’nın dünya futbolu üzerindeki taktiksel egemenliğini de perçinledi.
Avrupa’nın üstünlüğü ve endüstrinin saha dışı mirası
Dünya kupasıyla pekişen bir diğer gerçek de Stefan Syzmanski ve Simon Kuper’in Futbolu Şifreleri adlı kitaplarında iddia ettikleri güç değişiminin henüz gerçekleşmediği. Syzmanski ve Kuper’e göre yakın bir gelecekte Japonya, Çin, Güney Kore, Hindistan, ABD, Meksika, Türkiye gibi yüksek nüfuslu, genç ve büyük ekonomiler futbolda önemli bir atılım gerçekleştirerek yaşlanan ve dinamizm kaybeden Avrupa’nın tahtına Brezilya ve Arjantin’le beraber oturacaktı. Fakat yarı finale 3 Avrupa takımının yükseldiği 2010 Dünya Kupası net bir şekilde ortaya koydu ki gelişmiş altyapısı, milyonlarca lisanslı sporcusu ve ileri seviyedeki teknik eğitim programlarıyla Avrupa, dünya futbolunun merkezi olma özelliğini sürdürüyor ve mevzubahis ülkeler henüz Avrupa’yı tehdit edebilecek bir konuma erişemediler.
Gelelim 2010 Dünya Kupası’nın saha dışı mirasına. Söylenecek çok şey var ama şu gerçeği aktarmak kısmen de olsa yeterli olacaktır. Güney Afrika Cumhuriyeti bu turnuva için 5 stadyum inşa etti. Mevcut statlardan 5 tanesi de yenilendi. Sadece sportif tesislerin inşası için harcanan para 1.5 milyar dolara yakın. Güney Afrika futbol liginin seyirci ortalaması 7-8 bin. Şu anda ülkenin elinde bir daha ne zaman dolacağı, ne işe yarayacağı belirsiz 10 tane kocaman, ultra-lüks stadyum var!
FIFA’yı, yabancı konukları ve maçlara gidebilecek kadar şanslı Güney Afrikalıları memnun etmek için inşa edilen bu dağdağalı yapılara para harcayabilmek için ülke hükümeti kendi vatandaşlarını doğru dürüst hiçbir altyapı hizmeti götürülmeyen teneke mahallelerde yaşamaya mecbur bıraktı. Ülkenin en büyük sorunu evsizlikken bu konuda kent yoksullarının, gecekondu sakinlerinin derdine derman olacak hiçbir adım atılmadı.
Sonuç olarak 1 aylık bir futbol sirkinin bedelini emekçi sınıflar on yıllar boyunca ödemeye mahkûm edildiler. Şaşıracak bir şey yok sporu değil rantı önemseyen spor endüstrisi bunu hep yapıyor ve yapmaya da devam edecek. Ekim ayında Hindistan’da düzenlenecek olan 2010 Commonwealth Oyunları’nın zulmü şimdiden başladı…
Showing posts with label jose mourinho. Show all posts
Showing posts with label jose mourinho. Show all posts
Wednesday, July 14, 2010
Wednesday, October 1, 2008
Çocuklarla Şampiyon Olamazsın

"Çocuklarla hiçbir şey kazanamazsınız". Alan Hansen'ın 1996 Manchester United'ı için öne sürdüğü bu kehanetin ömrü Ferguson'un genç öğrencileri sezonu duble'yle tamamlayınca kısa sürmüştü. Bu önerme sonucu itibariyle başarısız oldu olmasına ama içeriği itibariyle büyük ün kazandı ve futbol terminolojisinin en meşhur sözlerinden biri haline geldi. İşte Hansen'ın pek de katılmadığım bu sözünü 2009 Arsenal'i için bu sefer ben sarf edeceğim. Üstelik 4-0'lık Porto zaferlerinin hemen arkasından.
Arsene Wenger, günümüz futbolunun en önemli hücum teorisyenlerinden biri. Son 5 yılda oturttuğu çok paslı, hızlı ve dikine atak sistemi Arsenal'i 2000'lerin en heyecan verici takımı haline getirdi. 2 stoperi hariç her an hücumu düşünen 4-5-1 varyasyonlarından oluşturduğu sistemi bir çok teknik adama da ihraç etti ama başarıyı o veya onun gibi oynayanlar değil Mourinho ve Ferguson gibi onun sisteminde ufak değişikliklere giden isimler elde etti. Peki nedir Mourinho ve Ferguson 4-5-1'i ile Wenger 4-5-1'i arasındaki fark?(bu arada bu sistemi 4-3-3 diye de okuyabilirsiniz) Çok basit: Sağlam savunma ve tecrübe! Esasında modern 4-5-1'in geniş bir analizi için ayrı bir yazı ayırmak gerekir ama çok kısa özetlemek gerekirse Wenger ve Arsenal'in senelerdir Chelsea ve Manchester United gibi takımların gerisinde kalmasının en önemli sebebi bu.
Wenger'in cesaretini, atak futbol felsefesini ve genç futbolculara verdiği önemin değerini çok kıymetli buluyorum ama ufak çocukların bile görebileceği gerçeklere anlaşılmaz bir şekilde kör kalmayı tercih ettiği için 7/24 aymazlıklar dünyasında dolaştığını düşünmeden de edemiyorum. Son şampiyonluğunu kazandığı 2003/04 sezonunda Henry'le birlikte takımın en önemli ismi Patrick Viera'ydı. Modern futbolda sağlam bir ön liberonun değeri sözde futbol ulemalarının düşündüğü gibi korkak bir zihniyetin ürettiği bir efsaneden ibaret değil. Arsenal senelerdir, 4'lü defansının önünde 6 hücumcuyla oynuyor. Denilson ve Fabregas dahil bu oyuncuların hepsinin en önemli özellikleri iyi hücumcu ha bir de çocuk denecek yaşta olmaları. Dünkü Porto maçını ele alalım: Denilson, Fabregas, Nasri, Van Persie, Walcott önlerinde Adebayor. Müthiş yetenekli 6 isim ve tam da Wenger'in sevdiği çok paslı, dikine oyunu oynayabilecek bir takım. Sonuç: Arsenal 4-0 kazandı. Ama maçı izleyenler gördü ki işler biraz Porto lehine gelişse 25.dakikada mavi beyazlı takım 2-0 önde bile olabilirdi. Topçuların yarı sahasını geçmek o kadar kolay ki! Gerçi en iyi top hırsızınız Denilson olursa bu riski de zaten göze alıyorsunuz demektir.
Arsenal daha hafta sonunda ligin yeni ekibi Hull'a sahasında 2-1 kaybetti. Manu yahut Chelsea'nin böyle bir yenilgi alması koca sezonda ya 1 ya 2 keredir. Oysa Arsenal bu tip mağlubiyetler yüzünden senelerdir şampiyonlukta iddialı olamıyor. Tecrübesizlik ve yeni bir Viera bulmama ısrarı Wenger'in takımlarını başarısızlığa sürüklüyor. Fransız teknik adamsa, bu gerçekleri görmezden gelmeye devam ediyor ve gidiyor yaz döneminde Samir Nasri'yi transfer ediyor. 1.65'lik, 21 yaşında bir hücum oyuncusunu! Arsenal'in ihtiyacı olan bu değil Wenger, 1.90'lık bir işçi ve tecrübe lazım bu takıma. Aslında Wenger'e gereken şey bir 2003/04 hatırlatması. Hani Arsenal'in ligin en az gol yiyen takımı olarak namağlup şampiyon olduğu sezon, hani son şampiyonluğun geldiği sezon! Wenger'e tabii ki büyük saygı duyuyoruz ama gözünün önündeki başarı formülünü görmezden gelmesi ve çocukça bir ısrarı devam ettirmesi de affedilemez.
Yeni bir Viera'n olmadan çocuklarla şampiyon O-LA-MAZ-SIN Wenger!
Etiketler:
alan hansen,
alex ferguson,
arsenal,
arsene wenger,
futbol,
jose mourinho
Subscribe to:
Posts (Atom)