Sunday, April 18, 2010

Spora neden siyaset sokmalıyız?

BU YAZI İLK OLARAK 18.04.2010 TARİHİNDE EVRENSEL GAZETESİ'NDE YAYINLANMIŞTIR.

Futbolu hayata benzetir dururuz da bir türlü ciddiye alasımız gelmez. Ağızlarındaki gümüş kaşığa rağmen kendisini ve hayatı gereğinden fazla ciddiye alan insanlardan tezat bir tavır! Aman siyaset girmesin futbola, uç noktamız “futbol asla sadece futbol değildir” klişesi olsun, fair play oh ne güzel, tribün ruhu kurtarıcımız! Neydi Adorno’nun o lafı: “liberal bir iletişim aracı olan yalan…” Gazetelerimizin spor sayfaları aklıma bu cümleyi getiriyor.

Doğrudur, futbol da diğer kitle sporları da hayata benzer! Günlük hayatımızda var olan tüm olumlu/olumsuz ilişkilerin tezahürlerini spor sahalarında tecrübe etmek mümkündür. Irk ayrımcılığı, milliyetçilik, cinsiyetçilik, sınıfsal ayrım, günlük politika, ekonomi… Hepsi ama hepsi yansır gladyatörlerin sahasına. Spor endüstrisi, kapitalizmden bağımsız değil ya!

Direniş! Hayatlarımız üzerinde kurulan tahakküme karşı gösterdiğimiz direniş, elbette spor sahalarında da yaşanıyor. Spor gazetecisinin asli görevi de şu olmalı kanımca: Spor endüstrisinde direnen yüreklerin maceralarını belgelemek. Yoksa Ahmed Arif’in dizelerini uyarlayacak olursak sade spor, skor yazısı yazmak “yosun, solucan harcıdır.”

Bir devrimci: Jackie Robinson

15 Nisan günü, Atlantik’in ötesinde koca bir ulus “direnen bir yüreğin” anısını onurlandırdı. Perşembe günü Amerikan Beyzbol sahalarında boy gösteren oyuncu-antrenör herkes 42 numaralı bir efsanenin formasını taşıdı sırtında. Irk ayrımını parçalayarak beyazlarla aynı sahaya çıkan ilk siyahi beyzbol oyuncusu olma unvanını taşıyan bu devrimcinin adı Jack Roosevelt Robinson’dı. Jackie’nin 1947 yılında gerçekleştirdiği bu ilkin anlamı öylesine büyüktü ki sonradan Martin Luther King dahi Jackie Robinson’ın ABD’deki siyah hareketinin(sivil haklar hareketi) öncülerinden biri olduğunu söyleyecekti. Jackie Robinson’ın öncüsü olduğu yolun devamı binlerce siyahi sporcuya ama daha da önemlisi Malcolm X’e, Rosa Parks’a, Muhammed Ali’ye yön verdi.

Eğlenceden ibaret olması, “siyaset” içermemesi gerektiği söylenen spor sahaları her zaman için direnişin önde gelen adreslerinden biri olmuştur. Dünyanın birçok ülkesinde siyahilerin ‘eşitlik’ mücadelesi spor arenalarında başlamıştır. İnanın, Brezilya’da Arthur Friedenreich ya da Carlos Alberto ilk ‘melez’ oyuncular olarak sahaya çıktıklarında oranın muhafazakârları yine bu durumdan hoşnut değillerdi ve yine dertlerini “spora siyaset sokulması” minvalinde dile getiriyorlardı.

“Spora siyaset sokmak!”

Birçok coğrafyada ezilenlerin mücadelesinde başrolü üstlenen spor, maalesef bizde aynı özelliği kazanamamıştır. Bunda en büyük pay ideolojik baskının birey ve kurumların üzerinden bir an olsun eksilmemesinde elbette. “Spora siyaset karıştırılmasın” diyerek yola çıkıp Diyarbakırspor’u ‘devlet takımı’ haline getirmeye çalışan kafası karışık bir otoriteye sahibiz. Metin Kurt’un açtığı yoldan kaç kişi ilerleyebildi bile diyemiyorum zira devletin/ordunun o yolu tıkayan ve hatta yerle bir eden müdahalesi güdümlü bir darbeyle olmuştu. Emek hareketinin yaralarını henüz yeni yeni sarmaya başlayabildiği bir darbeyle…

Şurası bir gerçek ki sporun ticarileşmesi, onun bir direniş mecrası olarak kullanılmasını zorlaştırıyor. Sistemi yönetenlerin şekil verdiği ve burjuva medyalarının belgelemeye çalıştığı bir spor dünyası kaçınılmaz olarak insanların dikkatini dağıtmaya yönelik bir araç haline geliyor. Spora siyaset karıştırılmasını çok ‘kaka’ buluyor ya bizim medya, benim iddiam ise şu yönde: Siyaset her zaman var ve spordaki direnişimizi sürdürürken asıl mücadelemizin siyasi olduğunu asla unutmamız lazım. Çünkü rakiplerimiz bunu hiçbir zaman akıllarından çıkarmıyorlar ve bu yüzden yönetenler hala onlar!

Bu hafta aynı zamanda 2 Leeds’li taraftarın Taksim’de milli duygular(!) adına hunharca katledilmesinin yıl dönümüydü. Galatasaray o maçı 2-0 kazanmıştı ve dönemin Yılmaz Özdil yönetimindeki Star Gazetesi, ertesi sabah “Two Size” manşetiyle sahada 2, sokakta 2 iması yapmıştı. Rezildi, utanç vericiydi, insanlık dışıydı! Aynı yoz dil bu hafta da Ahmet Türk’e uygulanan şiddeti meşrulaştırdı ve haklı gördü. Şimdi anlıyor musunuz bu ülkenin sosyalistleri, devrimcileri, demokratları olarak spora ‘siyaset’ sokmamız neden hayati derecede önemli?

Ne demişler: Özgürlük sen ordaysan orada!

No comments: