Monday, December 20, 2010

Coubertin’in çöken hayalleri ve Spor Başkentliği hikâyesi


HAYAT DERGİ'NİN ARALIK SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR.

Kasım ayı içerisinde İstanbul, AB’ye bağlı bir kurum olan Avrupa Spor Başkentleri Birliği(ACES) tarafından 2012 Spor Başkenti seçildi. ACES, 2001’den bu yana her yıl bir Avrupa şehrini spor başkenti ilan ediyor. Bugüne kadar Madrid, Stockholm, Glasgow, Alicante, Rotterdam, Kopenhag, Stuttgart, Varşova, Milano ve Dublin başkentlik yaptı. 2011’de sıra Valencia’da, 2012’de ise İstanbul’da.

İstanbul’a bahşedilen bu paye Devlet Bakanı Egemen Bağış’ın da hazır bulunduğu bir basın toplantısıyla açıklandı. Bağış, hadiseyle yakından ilgiliydi. Ancak açıklamalarında spor başkentliğinden ziyade Türkiye’nin AB nazarında arttırdığı saygınlıktan bahsetmeyi tercih etti ve bir anlamda da bu kararı “başarılı” hükümranlıklarına bağladı: “Türkiye şu anda Avrupa’nın 6.büyük ekonomisi. Avrupa’nın en hızlı ve sağlıklı büyüyen ekonomisine sahibiz. Avrupa’nın en güçlü ordusu da bize ait.” Gördüğünüz gibi sporla gayet alakalı cümleler!

Aslında şaşıracak bir şey yok. Politikacıların sporla bu denli içli dışlı gözükürken dahi spordan başka her şeyden bahsetmeleri bir tesadüf değil, aksine siyasetin gereği. Sporun AB hatta genişleterek söyleyeyim Batı Medeniyeti için önemi ezelidir. AB tarafından yayınlanan “White Paper on Sport”-Sporda Beyaz Sayfa- deklarasyonunda şöyle bir tanım vardır:
“Spor, Avrupa Birliği’nin stratejik hedeflerine önemli bir katkısı olan sosyal ve ekonomik bir fenomendir. Uluslar ve kültürler arasında barış ve kardeşliği geliştirmeyi hedeflediği kadar halkın spor aracılığıyla eğitimini de amaçlayan olimpik ideal Avrupa’da doğmuş ve Uluslararası Olimpiyat Komitesi ve Avrupa Olimpiyat Komitesi tarafından geliştirilip, yayılmıştır.”


Doğru teşhis yanlış tedavi

Spor aracılığıyla barış, kardeşlik geliştirme ülküsünün kökenleri Modern Olimpiyatların kurucusu sayılan Pierre de Coubertin’e kadar dayanır. 1863-1937 yılları arasında yaşayan Fransız pedagog ve tarihçi Coubertin, Marx’la ya da sosyalist külliyatla hiçbir alakası olmamasına rağmen 19.yüzyıldaki eşitsiz kapitalist gelişmenin toplumlar üzerinde yaratacağı tahribatın farkına varmıştı.

Yaşanacak ahlaki ve entelektüel çöküşün devası olarak öne sürdüğü şey ‘Kaslı Hıristiyanlar’ felsefesinin kurucuları Canon Kingsley ve Thomas Arnold’un düşüncelerinin ve Antik Yunan ideallerinin yeniden canlandırılmasıydı. Coubertin’e göre bu yolla spor, Avrupa gençliği üzerinde endüstriyel kapitalizmin yaratacağı ahlaki çöküşü tersine döndürecek ve sağlam karakterli bireyler yaratacaktı.

Coubertin, kapitalizmin yaratacağı yıkım konusunda haklıydı. Amatör sporların özünde sahip olduğu erdemler hususunda da çok yanlış bir yerde durduğu iddia edilemez. Hatası bir üst yapı kurumu olan sporu kapitalizmden özerk bir yapı sanmasında idi. Coubertin’in iyi niyetli Olimpiyat Projesi doğumundan itibaren Avrupa’daki piyasa ekonomisinin egemenliği altındaydı dolayısıyla hiçbir zaman amaçlarına ulaşamadı.

İlk modern olimpiyat, Atina 1896, George Averoff’un “hayırsever” katkılarıyla gerçekleşti. 1900, 1904 ve 1908(Paris, St.Louis, Londra) olimpiyatlarının, endüstriyel kapitalizmin ürünlerinin kutsandığı Dünya Fuarı organizasyonu ile aynı dönem ve şehirlerde gerçekleştirilmesi elbette bir tesadüf değildi. 1928’den itibaren olimpiyatlar Coca-Cola gibi firmaların sponsorluğunda gerçekleşmeye başladı ve Coubertin’in kapitalizmin tahribatlarına karşı yola çıkan projesi kapitalizmin oyuncağı oldu.

1936 Berlin Olimpiyatlarından günümüze sermaye ve AB, IOC, FIFA gibi hakim spor kültürünü yönlendiren kurumların öncülüğünde spor, Coubertin’in iyi niyetli ama saf ve derinliksiz projesinin hedeflediklerinin aksine ticarileşmeye, milliyetçiliğe ve sporun özünü yitirmesine, yabancılaşma aracı haline gelmesine yol açan profesyonelleşmeye ön ayak oldu. Yani Coubertin, ne arzuladıysa spor onun tersi işlevler kazandı. Zaten aksi de maalesef mümkün değildi çünkü kapitalizm buna izin veremezdi.

Ne dersiniz? İstanbul, 2012 spor başkenti ilan edilirken Egemen Bağış’ın, “Ekonomimiz şöyle süper, ordumuz şöyle yiğit” gibi açıklamalar yapması pek de uçuk sayılmazmış, öyle değil mi?

No comments: