Wednesday, May 13, 2009

Sınıflılaştırılan spor

BU YAZI İLK OLARAK EVRENSEL GAZETESİ'NDE YAYINLANMIŞTIR.

Bir yanda kullarına mümkün olan en sağlıksız koşulları sunup onlardan maksimum verim almak üzerine programlanmış bir sömürü sistemi. Diğer yandaysa aynı sistemin medya ve tıp endüstrilerinin amansız spor salonu üyeliği ve Omega 3’lü balık eti satma çabaları! Kapitalist kafasıyla düşünüp denklemi şöyle kurabiliriz: Yığınları önce yor, sömür, onlara kendini önemsiz hissettir sonra da tüm bu stresi ve sağlıksız koşulları para karşılığı telafi etmelerini sağla (Tabii paraları ve zamanları varsa). Mantıklı gibi duran bu denklemde yok sayılan bir şeyler var ama “du bakalım!”

Karl Marx’ın, Das Kapital’den çok bilindik bir sözüdür: “Proletaryanın yaşamı çalışması bittiğinde başlar.” Aslında şunu söylemek istemektedir Marx: “Proletaryanın yaşamı çalışmasından ibarettir.” Zira kendi de çok iyi bilmektedir ki günde 10 küsur saatini işyerinde geçiren bir emekçi için kalan süre evine geri dönüş, beslenme ve uyuma gibi temel ihtiyaçlardan ibarettir. Zamanı olduğunu varsaysak bile onu verimli kullanacak gücü yoktur. Boş zaman, hobi saati, aktivite gibi kelimeler onun için anlamsızdır. Kendimden örnek verecek olursam: Özel bir şirkette çalışıyorum. Sabah 7’de yola çıkıyorum ve fazla mesai yapmazsam akşam 8-9 gibi evde oluyorum. Toplamda 14 saat demek bu! Sevgili doktorlarımızın buyurduğu üzere ruh ve beden sağlığımı korumak için 9 saat uyuduğumu varsaysak geriye kalan “boş zaman” sadece 1 saat! Ben bu 1 saatte yemek mi yiyeyim, spor mu yapayım, ikebana çiçek düzenleme sanatı kurslarına mı katılayım? Acaba biz çalışanlara söylemeyi unuttuğunuz bir şeyler mi var sevgili doktorlar? Mesela “Biz tüm o öğütleri ve sağlıklı yaşam manifestolarını işçi sınıfı haricinde kalan “ayrıcalıklı” kesim için belirliyoruz” gibi bir itiraf başlangıç için fena olmaz!

Spor, bir üst yapı kurumu olarak sınıfsız mıdır yoksa hâkim sınıf tarafından “sınıflılaştırılmaya” mı çalışılmaktadır?

Sporun kelime anlamı “boş zaman uğraşı”’dır. Hobidir yani eğlencedir. Bu sebepten de kentleşmeyle birlikte yaygınlaşmaya başladığı 19. yüzyıldan itibaren tüm sporlar önce tek boş zamanı olan kesimin yani burjuvazinin elinde gelişmeye başlamıştır.
Futbol gibi bağımsızlığını ilan eden kitle sporları ise endüstrileştirilerek kapitalizmin yeni silahları haline getirilmiştir. Başka bir deyişle sistem sporu hep kontrolünde tutmuştur. Kapitalist şehirleşme de bu sistematik hegemonyada stratejik bir rol oynar. Sadece üst-orta sınıf mahallelerinde spor kompleksleri, koşu-bisiklet parkurları görmemiz sizce bir tesadüf mü? İşçi sınıfı, ekonomik yetersizlik dolayısıyla spor salonlarından dışlandığı gibi kamusal spor alanlarından da mümkün olduğunca uzak tutulmaktadır.

Sporun sınıfı var mıdır? Alın size hiç sorulmayan bir soru, hatırlatılmayan bir sorun. Medya ve tıp endüstrisinin naifmiş gibi görünen tüm ukalalığıyla Belgrad Ormanı Koşusu, Sadabad Kasrı yürüyüşü, pilates, aletli vücut geliştirme ve balık eti satmaya çalıştığı bir çağda “bir üst yapı kurumu olarak spor sınıfsızlardan bağımsızdır, demokratiktir” diyebilecek sosyolog, siyasetçi, şehir plancısı, gazeteci varsa argümanlarını da alsın gelsin!..

No comments: