Monday, May 5, 2008

Hey Gidi Asker Bülent Hey!



“Futbol, sürprizler oyunudur”. Bayıldığımız klişelerden sadece biri. Bayılırız bayılmasına da her türlü alengire 24 saat kapısı açık olan Yüce Türk Futbol Dünyası’nda kendine ancak sözel manada yer edinebilmiştir bu “sürpriz” fenomeni. 50 senede 4 şampiyon çıkarabilmiş bir çevrede sürprizin ne kadar mikro hadiselerle vuku bulduğunu çözmek pek de zor değil. Halen “Pendik Faciası” diye andığımız basit bir Türkiye Kupası neticesi memleket kayıtlarının en şaşkınlık uyandırıcı sonucuysa bu klişeyi temcit pilavı gibi sofraya sürmemizin de pek bir anlamı yok esasında. Bu açıdan bakıldığında rahatlıkla söyleyebilirim ki Türk Futbolu’nda peri masallarına yer yoktur. Aslında orijinal tabiriyle “Sinderella Hikayesi” demeliydim ama malum masal karakteriyle bu yazının öznesi küçük imparator, yiğit delikanlı, yıkılmaz, yığılmaz, sekti mi namlusundan asla ve kat’a geri dönmez, dünyaya bedel askerimiz Bülent Uygun pek de kafiyeli durmaz diye düşündüm.

Türkiye’deki 1 numaralı Bülent Uygun hayranı olmadığımı sanırım son cümleden anlamışsınızdır. Esasında tam tersi olmalıydı öyle değil mi yani, herkes sürprizleri sever. Kısıtlı imkanlarla nispeten önemli başarılar yakalayanları, favori olmadığı halde güçlülere kafa tutanları, Davud’ları, İtalyan Aygırı Rocky Balboalar’ı kim sevmez ki? Her türlü senaryonun kafadan protagonistleridir bu adamlar. Elde ettikleri başarılarla ağzını açmadan kendini kitlelere sevdirme potansiyeline sahiptirler bir kere ki, çoğumuz hiçbir zaman ağızlarını açmamış olmalarını da umut ederdik. En azından Bülent Uygun’un.

Doksanlı yılların ortalarında Kocaelispor ve Fenerbahçe’deki başarılı performansıyla tanıdığımız Bülent Uygun’u sadece gol krallığı yaşamış bir orta saha oyuncusu olarak değil(gol kralı olduğu sene forvet oynamıştı ama kariyerinin geri kalanında hep orta saha oynadı) aynı zamanda her golünden sonra çakıverdiği asker selamıyla da hatırlarız. Fenerbahçe’den ayrılıp gözlerden ve gönüllerden ayrı kaldığı dönemlerde futbola meraklı arkadaş grupları içerisinde “hani bi herif vardı ya her attığı golden sonra asker selamı verirdi adı neydi onun” soruları sayesinde belleklerdeki yerini sağlam tutmayı becerirdi. Sevemedim kendisini ve asker selamını. Belki ilk maçlarını izlediğim 9-10 yaşlarındayken “pis militarist güzelim futbola neleri alet ediyor” diye düşünmedim ama seneler geçip bilinçlendikçe o az önce bahsettiğim arkadaş sohbetlerinde andığım bu adama sessiz bir gıcıklık beslemeye başladım. 2 sene önce menajer ve sonrasında teknik direktör olarak Sivas’ın başında kendisine yeniden rastladığımızda ise sadece “pis militaristilikle” yetinmediği bir de milli babalarımızdan, ülkücü, kırmızı elmacı, solaryumcu mafya babası Sedat Peker’in kullarından biri olarak kariyerine devam ettiğini de öğrendik. Gülen cemaatiyle olan münasebetleri de imajının kreması gibiydi adeta. Şaşırdık mı? Hayır. Futbol dünyamızın yarısının Çakıcılar, Pekerler, Fetullah Gülenler, Mehmet Ağarlar’la yatıp kalktığını zaten biliyorduk. Sözde solcu-muhalif taraftar grubumuz Çarşı bile dibine kadar şiddet yanlısı, cinsiyetçi ve işine geldi mi milliyetçiyken bu tarz ilişkilerle domine edilmiş spor dünyamız için ancak hayıflanmak geliyor elden.

Neyse, Uygun askerimize geri dönelim. Teknik patronunun geçmişi ve ilişkileri ne olursa olsun Sivas’ın başarısına sevindim. Gerçi Bülent Uygun her televizyon ekranına çıkıp dahiyane demeçlerini sıralamaya başladığında takır takır puanları toplayan o Anadolu takımına beslediğim sempati kayboluyordu ama yine de Türk Futbolu’na heyecan getiren bu takımı alkışlamadan edemiyordum. Şampiyon olamayacaklarını bilsem de o sürpriz ihtimalinin çekiciliği her zaman umutlarımı taze tutmama yetti. (Gerçi oynadıkları futbol tatmin edici değildi ve her zaman için balon bir takım olduklarını düşündüm itiraf edeyim. Bugün bu takım 70 puandaysa bunda ligimizin kalitesizliğinin çok büyük payı var.) Geçtiğimiz Pazar oynanan Galatasaray maçı öncesi medyaya yansıyan haberler ise kırmızı beyazlı ekibe karşı beslediğim(en azından teknik kadrosuna) son sevgi kırıntılarını da silip süpürdü. Haberler aynen şöyle idi: “Sivasspor, Galatasaray maçı hazırlıklarını mehter marşı ve 10.yıl marşı eşliğinde sürdürüyor.” !!!!!!!!! Ciddi olamazlar diye düşündüm. Allah aşkına futbolcularını maçlara mehter marşı ve 10.yıl marşıyla hazırlayan başka bir zihniyet olabilir mi? Bu kadar mı Napolyon’uz, bu kadar mı milliyetçilik ve militarizm bağımlısıyız. Bir antrenör düşünün ki yarısı yabancılardan oluşan sporcularını 30’lardan kalma sloganlarla, “Türk’üz tüm başlardan üstün olan başlarız’la”, “Ceddin deden neslin baban”’larla maça hazırlıyor. Bunlardan medet umuyor. Ve maalesef koca medyada bu duruma bıyık altından dahi gülüp eleştiri yönelten kişi sayısı ikiyi üçü geçmiyor.

Kendi dönemine göre büyük bir deha olan Napolyon, 19.yüzyılda milliyetçiliğin gücünü keşfetmiş ve şöyle demişti “ Çok az şey insan üzerinde milliyetçilik kadar etkili olabilir ve onları canlarını dahi hiçe saymaya ikna edebilir”. Bülent Uygun’un bu sözü duymadığına emin olduğum kadar yansıttığı bağnazlığa kökünden sahip olduğuna da eminim. Bir önceki paragrafta sorduğum sorunun cevabını vererek bitireyim bu yazıyı. Hani, “Allah aşkına futbolcularını maçlara mehter marşı ve 10.yıl marşıyla hazırlanan başka bir zihniyet olabilir mi?” demiştim ya, cevap için Nazi Almanyası’na ve Leni Riefenstahl’in Nazi iktidarının emriyle hazırlattığı “Triumph Des Willens” filmine gitmek gerek. Zira benzer bir zihniyete ancak o dönemde rastlayabiliyoruz. Evet, ne kadar aklı başında olduğunu icraatlarıyla kanıtlayan Naziler, 1936 Olimpiyatları’nda sporcularına, yarışlara motive olmaları için Riefenstahl’ın hazırladığı bu şovenizm ve ırkçılık dolu filmleri izletiyordu.

Ne diyeyim Asker Bülent, Almanlar o olimpiyatların en başarılı sonuçlarını şaibeli de olsa elde etmişlerdi. Maalesef sen de başarı olarak onları yakalayamadın belki ama 70 sene sonra benzer bir sistemi uygulayarak ne kadar ileri görüşlü ve umut vaat eden bir spor adamı olduğunu “700 kasaba, 70 vilayet ve 7 düvele” kanıtladın. Sana hayırlı kariyerler!(pek uzun sürmeyeceğine eminim) Bize ise Fetullah Gülenler, Mehmet Ağarlar ve Sedat Pekerler’le dört bir yanı kuşatılmış spor dünyamızın haline acımak düşüyor. Bunca karanlık düşüncenin hüküm sürdüğü bir ortamda keşke birkaç tane daha Metin Kurt’umuz olabilseydi diyor insan... Kemalettin’e bile razıyız.

No comments: