BU YAZI İLK OLARAK EVRENSEL GAZETESİ'NDE YAYINLANMIŞTIR.
“Mufassal kıssa başlarsın garip efsane söylersin.” Yusuf Atılgan’ın her cümlesi altın romanı ‘Aylak Adam’, Bâki’nin bu cümlesiyle başlar. Biz gösteri toplumunun izleyicileri farkında değilizdir ama spor sezonları da aynen böyle başlar. Önce her şey medyanın çiziktirdiği birkaç alengirli laftan ibarettir sonra onlar taraftarın gönlünde umuda dönüşür ve “matematiksel olarak şans” sürdükçe sporseverin/taraftarın efsanesi şekillenmeye devam eder. Hoş, şampiyonluk kaçtığında seyrin sona erdiğini hangi ukala söylemiş? Düzeltmek lazım; seyir değil efsanemiz sona erer, bir sonraki sezonun hudutlarına girene kadar.
“Umut arzulayan bellektir” der Balzac. Oysa günümüzde ‘Umudumuz Şaban’ değil ‘Umudumuz Ecevit’ hiç değil(Toprakları bol olsun). Tek umudumuz taraftarı olduğumuz takımın zenginliği çünkü bir mevsimlik efsanemizi başlatacak medya kıssalarını ancak pahalı ve havalı transferler şişirebilir. Ve Umberto Eco’nun belki de yerinde bir şekilde “dikizciler” olarak aşağıladığı biz taraftarların maddi olarak hiçbir şekilde müdahil olamadığı bu oyundaki tek iktidar bölgesi olan tribünleri bu umudun yedirdiği ekmek ayakta tutar. Ondandır ki Diyarbakırspor’un taaa Budapeşteler’den getirdiği delişmen kanat oyuncusu Gabor Bori’yi hiç izlemeyen bir Diyarbakırlı “Türkiye’de bu kadar adam varken Macaristan’dan bunu getirdilerse vardır bir hikmeti” diyebilmektedir. Transferlerin futbol pazarındaki yazgısı serbest piyasanın diğer metalarından farksızdır. Guy Debord’un dediği gibi: “Tüketim sayesinde mutlu bir şekilde birleşmiş toplum imajında, gerçek bölünmeye ancak bir sonraki tüketim başarısızlığına kadar ara verilmiştir.” Gabor Bori’nin Amed macerası 1 hafta bile sürmedi. Diyarbakırspor yönetimi Bori’nin kulübüyle ödemeler konusunda anlaşamayınca yıkılan umutlar, forvete yapılan Andres Mendoza ve Erhan Şentürk transferleriyle yeniden yeşertildi. Hele bir ‘Herne Peş’ söyletemesinler, görürüm ben o zaman “mufassal kıssa”’yı da, “tüketim sayesinde mutlu bir şekilde birleşmiş toplum imajını da”… Ziya Doğan haklı olarak isyanlarda; 14 futbolcuyla yeni sezona hazırlanmaya çalıştıklarından şikâyet ediyor. Sezonun ilk haftası Diyarbakır’dayım ama Ziya Doğan hala orada olur mu? Emin değilim!
29 yıllık kısacık ömründe yazdıklarıyla koca bir 19.yüzyıla damgasını vurmuş muhteşem bir şairdir İngiliz Percy Bysshe Shelley. Ve onun şu dizeleri hiç aklımdan çıkmaz: “Issız bucaksız çölde yol alan gezgin, yarısı kuma gömülmüş bir heykelin kaidesiyle karşılaşır. Üzerinde şöyle yazmaktadır; “Ben, Ozymandias/Kralların kralı/Sen,Ey yüce varlık/Eserlerime bak ki/Haddini bilesin”. İnsanoğlu tarihöncesinden bu yana adını, iktidarını, kendisinde haiz olduğuna inandığı şanını kanıtlamak ve onu ölümsüz kılmak için büyük eserler inşa ettirmiştir. Piramitler, Babil’in Asma Bahçeleri, Parthenon… Ozymandias(2.Ramses) de olduğu gibi eserler kendini yaptıranın ismini yaşatır, peki ya onları vücuda getirenler? Geçmişin zincirli, günümüzün zincirsiz köleleri? “Ne yapıp edip Seyrantepe Projesi’ni 2010/11 sezonuna yetiştireceğiz” diyor ya Adnan Polat, benim de aklıma bu şiir ve geçmişin devasa eserleri geliyor ister istemez. Nasıl bitireceksiniz 2 senelik işi 1 senede? İşçileri gece gündüz, güvenliksiz bir şekilde çalıştırarak mı? Bizim tanıdığımız kapitalizm başka bir çözüm üretmeye pek yanaşmaz. Şundan eminim ki; Evrensel, spor endüstrimizin son dev(!) eseri Seyrantepe Projesi’nin inşasındaki çalışma koşullarını yakından takip edecek, peki ya medyanın geri kalanının umrunda olacak mı bu? Hiç sanmıyorum! Onlar sadece proje bittiğinde Ozymandias’in ihtişamına boyun eğen o gezgin gibi “mufassal kıssa başlatıp, bir garip efsane" söyleyecekler.
No comments:
Post a Comment