BU YAZI İLK OLARAK EVRENSEL GAZETESİ'NDE YAYINLANMIŞTIR.
Her mevsim başı kendimi Arsenal üzerine aynı temada yazılar yazmaya zorunlu hissediyorum. Arsenal’i niçin sevdiğimden tam olarak emin değilim. Ian Wright yüzünden olabilir, Bergkamp yüzünden olabilir, 95 Avrupa Kupa Galipleri Kupası finalinde Espanyol’a uyuz olup kendilerinden taraf olmam yüzünden de olabilir. Dedim ya niye sevdiğimi bilmiyorum. Tek bildiğim her maçlarına denk gelişimde içimden bir şeylerin “Ulan ‘Topçular’ kazansa” be diyerek taraftarlık zaafiyetlerimi dürttüğü.
“Çocuklarla hiçbir şey kazanamazsınız.” Eski futbolcu, günümüzün yorumcularından Alan Hansen’ın bu sözü belki de İngiliz spor medyası tarihinin en meşhur sözlerinden biri olagelmiştir. Her klişe lafa olduğu gibi buna da bayılmıyorum. Fakat dedim ya, birkaç senedir mevsim sezon başı ve mevzu Arsenal iken kendimi bu cümleyi tekrar ederken buluveriyorum.
Geçtiğimiz hafta, 16 milyon pound’a Arsenal’den Manchester City’e transfer olan Kolo Toure, giderayak kendisine futbolu öğreten kulübü ve teknik adamı yaylım ateşine tuttu. Arsene Wenger’in bu transfer politikasıyla devam etmesi durumunda Arsenal taraftarlarının kupa hasreti çekmeye devam edeceğini iddia eden Fildişi Sahilli stoperin cümleleri soğukkanlı bir iş adamından farksızdı. “Bugün futbolda para harcamazsanız başarılı olamazsınız. Bu bir endüstri.”
İnsanın öfkeli kelimelerini ağzına tıkayan şeyse, Toure ve onun gibi düşünenlerin haklı olması. Arsene Wenger, Arsenal’in mali operasyonlar başkanı ya da alt yapı direktörü olsa başarılı kabul edilebilirdi. Tek hedefi kâr etmek olan bir kulüp sahibi olsa, malikânesinde paracıklarını sayan bir Varyemez Amca kadar mutlu olabilirdi. Gelin görün ki bunların hiçbiri değil Fransız teknik adam. İşinizin devamı için başarının belki de en elzem olduğu koltukta oturuyor ve 4 senedir hiçbir şey kazanamadı. Buna rağmen Wenger inatçı politikasını değiştirmedi. Dolayısıyla bu sene de herhangi bir başarı elde edemeyeceklerini söylersek kâhinlik yapmış olmayız. İnatçı politikadan kastımı açayım isterseniz; Arsenal bu sezon Galatasaray’dan da Fenerbahçe’den de Beşiktaş’tan da daha az para harcadı transfere. Üstüne üstlük yaptığı futbolcu satışlarıyla 30 milyon pound da kâra geçti. İlk kez geçen sene piyasaya tanıttığı Wilshere, Merida, Ramsey gibi sabi sübyan yetenekleri ise bu yıl sık sık kadroya dâhil edeceğinden emin olabiliriz.
Arsene Wenger’in ne kadar zeki bir adam olduğunu anlatmaya gerek yok. Tüm bu inatçılıkları başarısız olmaya olan esrarengiz ve bitmek bilmeyen bir tutkudan dolayı yapmayacağı da aşikar. Geriye birbirinden romantik 2 seçenek kalıyor. Ya Arsene Wenger, endüstrinin kalbine konuşlanmış bir devrimci ve tüm futbol âlemine bacak arasından gol atıyor, ya da yine aynı devrimci pozisyondan futbolun tamamen kazanmaya endeksli vahşi kültürünü baltalayarak bize bir şeyler anlatmak istiyor. Tabii bir de diğer seçenek var: Wenger, evde play station oynarken “yenilirsem de güçsüz takımla yenildim derim” diyen kendine güvensiz bir ergen gibi devamlı rakiplerinden zayıf takımlar oluşturuyor ve “ben genç oyuncu yetiştiriyorum” kisvesinin altına saklanıp başarısızlıklarını böylece örtbas ediyor.
Wenger’in iç dünyasında neler oluyor bilemiyorum ama Arsenal tribünlerinin 1 seneyi daha kupa görmeden geçirmek istemediklerine eminim.
UYGUN’UN DİLİ
Bir başka teknik adam profilini de bizim buralardan çizelim. Bülent Uygun. Nam-ı diğer Asker Bülent. Onun iç dünyasının Wenger kadar ilginç olmadığı kesin. Eylemlerini tetikleyen dürtülerinde Wenger’de olduğu gibi entelektüel bir dürtü aramıyoruz elbette. Benim merak ettiğim benzerine sadece Fatih Terim ile Jose Mourinho’da rastlanan bu kendine güvenin ve egonun nereden kaynaklandığı.
Saydığım isimler her ne kadar antipatinin doruklarında gezinseler de sayısız kupa ve başarı kazanmış, futbolcu yetiştirmiş isimler. Sultan Süleyman’a kalmayan dünyanın onlara kalacağını sanmalarından kelli bir yanlışları yok. Bülent Uygun deyince ise akla maalesef kısıtlı imkânlarla zirveye oynamış bir futbol takımı değil hepsi birbirinden sevimsiz onlarca vecize(!), mehter marşı eşliğinde yaptırılan ileri zekâ ürünü antrenmanlar, Sedat Peker’li, Fethullah Gülen’li ilişkiler, medyaya yapılan şovenist açıklamalar ve futbolcuyken her gol sonrası verdiği asker selamları kalıyor.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın geçtiğimiz haftalarda DTP’ye karşı bir tehdit gibi kullandığı şu cümleyi hatırlamakta fayda var: “Söz ola kese savaşı, söz olsa kestire başı.” Kuşkusuz dili olmasa Bülent Uygun’u seven insan sayısı daha çok olacaktı. Muhafazakâr kesime, yani ülke geneline yakın gelebilecek tüm falsolarına rağmen memleketin çoğunluğu bu adamın aldığı hezimetler sonrası “İyi oldu, hak etti” diyebiliyorsa Uygun için takkesini önüne alıp düşünme vakti çoktan geldi de geçiyor demektir.
Son aylardaki incilerinden birkaçını yan yana dizmeden rahat edemeyeceğim. Sivaslı futbolcuların gece hayatına kapılmama nedeni olarak öne sürdüğü tez: “İstanbul’da Laila, Sivas’ta La İlahe İllallah var.”, Beşiktaş ve Galatasaray’ı hedef alan iğneleyici(!) sözleri( sözünün eriymiş ama helal olsun): “Avrupa’da belki 5, 7, 9 yeriz ama 6 veya 8 yemeyiz.” , Sezon öncesi oynanan PSV maçının hakemine yönelttiği fantastik iddia ve hakaretler: “Hakem Anderlecht taraftarı ve PSV hayranı, embesilin teki.”
Komik adam aslında gülüyoruz.
No comments:
Post a Comment