Saturday, November 21, 2009

Sporda erdemliliğin önlenemeyen düşüşü

BU YAZI İLK OLARAK EVRENSEL GAZETESİ'NDE YAYINLANMIŞTIR.

Her gün envai çeşit spordan sayısız maç izliyoruz. Buna rağmen saha içinde yaşananlara dair konuştuklarımız, konuşabildiklerimiz günden güne azalıyor. Farkında mısınız bilmiyorum ama büyük maç diye yücelttiğimiz tüm karşılaşmalar, azametinin önemli bir bölümünü saha dışında sahip olduğu gerginlik potansiyelinden alıyor. Büyük sporcu dediklerimiz nadiren öncülleri kadar etkileyici olabiliyor. Banka hesabı şişkinleştikçe özgünlüğünü, şanı şöhreti arttıkça bizdenliğini kaybeden sahte kahramanlar haline dönüştü yıldızlık payesini uygun gördüğümüz sansasyonel isimler. Ve spor tüketildikçe sadece yerini yurdunu değil ruhunu da kaybeden bir iş sahasına doğru olan dönüşümünü artık tamamladı.

Ne demek istediğimi netleştirmek için geride bıraktığımız hafta spor adı altında neleri konuştuğumuzu özetlemek yeterli olacaktır. Galatasaray Cafe Crown-Fenerbahçe Ülker maçında yaşanan ve artık bir derbi ritüeli haline gelen tribün rezillikleri… Galatasaray Cafe Crown basketbol takımının bizzat olay sonrası kovulan Koçu Okan Çevik tarafından açıklandığı üzere “milli hisler” gözetilerek cezalı bir oyuncusunu hazırlık maçında oynatması ve tarihi bir ayıba, sahtekarlığa imza atması… Beşiktaş’ın başarısız Başkanı Yıldırım Demirören’in tribün temizliği adı altında kendisine muhalif olan ‘şöhretli’ kimi taraftarlara maça girme yasağı getirmesi… Geçen hafta da yazdığımız Ankaragücü ve Ahmet Gökçek şımarıklığı… Süreyya Ayhan’ın doping sebebiyle pistlerden ömür boyu men edilmesi… Cezayir-Mısır arasında oynanan Dünya Kupası eleme maçının Arap kavminin liderini belirleme savaşına dönüştürülmesi ve hem saha içi hem saha dışı aktörlerin olayı olabilecek en çirkin hale getirmeleri... Son olarak da yine bir Dünya Kupası eleme maçı olan Fransa-İrlanda karşılaşmasında Thierry Henry’nin bariz ve bilinçli bir şekilde elle düzelttiği topla attırdığı gol sonrası Fransa’nın Dünya Kupası biletini alması…

Oldukça hareketli geçen bir haftadan aktarabileceğimiz başlıklar bunlar. Türkiye ve dünya medyası işte bunları konuşuyor. Hepsi ‘büyük’ maç, hepsi ‘büyük’ sporcu, hepsi ‘büyük’ olay ama hiçbiri kamuoyunun kendisine biçtiği önemin hakkını verecek nitelik ve erdemlere sahip değil. Ya kavga, ya hile, ya sahtekarlık başrolü oynuyor sıfatlarının ululuğunda.

ÇEVİK VE AHLAKSIZ

Yerim olsa hepsiyle tek tek uğraşacağım da önce Galatasaray Cafe Crown basketbol takımının marifetleriyle başlayalım. Basketbola ayırdığı emeğe haksızlık etmek istemiyorum, o yüzden “Okan Çevik sadece Galatasaray Lisesi mezunu olduğu için koçluğa getirilmiştir” gibi doğruluk payı fazla olmayan bir cümle kurmayacağım ama Cemal Nalga skandalı gösterdi ki bu zatın bundan sonra iş bulabilmesi için “torpil” bile yeterli olmamalı.

Sen tut koskoca bir camianın haysiyetini beş para etmez bir hazırlık maçının neticesi uğruna riske at! Bundan da beteri, sebebi yahut doğuracağı sonuçlar ne olursa olsun böylesi bir sahtekarlığı akıl edip uygulamaya koy! Olacak şey değil! Sorumluların Galatasaray Spor Kulübü’yle olan ilişkilerinin acilen kesilmesi gerekiyordu, öyle de oldu. Bakalım federasyonun vereceği karar ne olacak? Umarım yönetmelikteki en ağır ceza hiçbir baskı altında kalınmadan uygulanır çünkü 104 yıllık Galatasaray Spor Kulübü ne yazık ki bunu hak etmiştir.

Olay sonrası görevine son verilen Okan Çevik’in özrü ise kabahatinden büyüktü. Meğer Çevik, milli hislerle akıl etmiş bu cinliği. Tek amacı hazırlık maçında alınacak galibiyetle Almanya’daki gurbetçilerin göğsünü kabartmakmış. Çok düşünceli adam doğrusu! E artık kovulduğuna göre kendisini vatan hizmeti uğrunda harcanan bir “gazi” olarak bile görebilir. Akla Orhan Veli’nin dizeleri geliyor: “Neler yapmadık şu vatan için / Kimimiz öldük / Kimimiz nutuk söyledik.” Kimimiz de Çevik gibi basit ve anlamsız bir hazırlık maçında hilekarlığa başvurduk. Eee, vatan için kurşun atanın da yiyenin de şerefli olduğu bir ülke burası. Çevik’e de hak vermek lazım.

HENRY’NİN YIKTIKLARI

Gelelim Tanrı’nın ikinci (hangi iki) eline. Thierry Henry’nin basketbolda bile steps sayılacak bir sekans akabinde attırdığı gol sonrası Fransa, Dünya Kupası’na katılma hakkı kazanırken mağrur ve mağdur İrlandalılar elenmekten kurtulamadı. Henry maç sonu yaptığı açıklamada “Evet elle oynadım ama ben hakem değilim. Eğer bazı kalpleri kırdıysam özür dilerim” dedi. Haklısın Henry, elle oynadın, hem de bilinçli bir şekilde ve yine haklısın ki çok kalp kırdın. Hem de sadece İrlandalıların değil tüm futbolseverlerin. Fransa’nın 1 numaralı spor gazetesi L’equipe maç sonrası “Fransa bileti eline aldı” diyerek manidar bir manşet attı. Onlar da kalbi kırık futbolseverlere dahildi.

Fransa golü bulduğunda aklımdan “Acaba Henry kendisine yakışanı yapıp hakeme yediği haltı itiraf eder ve golün iptal edilmesini sağlayıp adını futbolun onurlu efsaneleri arasına yazdırır mı” diye geçirdim. Yapmadı maalesef. Onun yerine haksızca atılmış bir gole çılgınca ve yüzsüzce sevinmeyi yeğledi. Thierry Henry ve Fransa sevinirken “futbol dilencileri” bir kez daha yıkılıyordu. Hayal kırıklıklarına, yenilgilere alışığız ne de olsa…

Fakat artık gün, Thierry Henry, Okan Çevik, Süreyya Ayhan gibi spor erdemliliğinden nasibini alamamış sporcu ve spor insanlarını yerin dibine geçirme günüdür. Çünkü biz naif sporseverler hayatımız boyunca unutmayacağımız saliselik enstantanelerin hazzı uğruna nice pisliği sineye çektik ve artık böğrümüz mikroptan geçilmez oldu. Artık yutkunmadan sevinmek, küfretmeden bağırmak, kalp kırmadan şakalaşmak lügatımızdan silindi. Ve tüm bunların sorumlusu sporcuları ve sporun ağababalarını hoş gördükçe daha çok tribün kavgası, milli maç muharebesi, doping kazığı yaşarız. Daha çoook aldatırlar bizi…

1 comment:

Anonymous said...

This page really has all the information and facts I needed about this subject and didn't know who to ask.


Here is my weblog - Thailandtattoo