Monday, November 30, 2009

Denizli pragmatizmi

BU YAZI İLK OLARAK EVRENSEL GAZETESİ'NDE YAYINLANMIŞTIR.

Milletlere karakter giydirmeyi sevmem. İspanyollar sıcakkanlı, Almanlar soğuk, İngilizler muhafazakâr, İtalyanlar cart Fransızlar curt… Tüm bunların 18.yüzyıl sonrası ulusal kimlik yaratma çabalarının birer parçası ve sonucu olduğunu bilirim. Fakat Türkiye dediğimiz coğrafi sınırlar içerisinde yaşayan halklarla ilgili kesin olarak bildiğim bir şey varsa o da şudur ki bizler kesinlikle plan-program-sistem vs. adamları değiliz. Bu sebepten de istikrar bize çok uzak bir kelime.

Bize cazip gelen hep kısa ömürlü çözümler. Belirli bir sistemin zorluğu ve mekanikliğini kavrayıp ona ayak uyduracak ne sabrımız var ne de disiplinimiz. Tüm bunlar futbol dünyamız için de geçerli ve onun içinde bir adam var ki o, belki de Türkiye insanının bu karakteristiğini en becerikli şekilde yansıtan kişi: Mustafa Denizli.

Denizli, 1987’den beri teknik adamlık yapıyor. Yurt içinde Galatasaray, Kocaelispor, Fenerbahçe, Manisaspor ve Beşiktaş’ın yanı sıra milli takımı da çalıştırdı. 3 büyük takımla lig şampiyonluğu, milli takımla Avrupa Kupası’nda çeyrek final oynama başarılarını yaşadı. 1988/89 senesinde henüz Türkiye takımları İngiltere’den, Polonya’dan sekizer golle uğurlanırken Galatasaray’la Şampiyon Kulüpler Kupası’nda yarı final oynadı ki bu, günümüzde dahi egale edilememiş bir başarıdır. Kısacası adım attığı hemen hemen her yerde başarılı oldu. Adım attığı yer sayısı fazla başarıları ise hep kısa ömürlüydü. Milli takım dışında görevine 2 seneden uzun devam ettiği olmadı. Anglosaksonların deyimiyle ‘journeyman’ yani gezgin bir futbol adamı olarak devamlı seyahat halindeydi. Farklı yerlerde şansını ve futbol bilgisini denedi. Galatasaray’la zirveye çıktığı dönemin ardından pat diye Alman ikinci ligine, Alemannia Aachen’a giden de, milli takımla çeyrek final oynadıktan sonra dönemin cadı kazanı Fenerbahçe’ye-ki hiç sevilmediği bir camiaydı- doğru yol alan da
kendisiydi.

Hiçbir zaman uzun soluklu görevlerin adamı olmadı. 23 yıldır Manchester United’ın başında bulunan yerleşik Alex Ferguson’u göçmenliğiyle kıskandıracak, 40 senede 23 takım değiştiren Macar futbol efsanesi Bela Guttmann’ı ise rekorunu kırmakla tehdit edecek kadar serüvenci bir futbol yaşantısına sahip. Nereye giderse gitsin değişmeyen ve belki de onu tüm bu hava değişikliklerine rağmen başarılı kılan özelliğiyse girdiği ortamın rengini alan akılcı ve pragmatik futbol anlayışı.
Denizli, kariyeri boyunca Fatih Terim’in “ben rakibe göre önlem almam”, “ben değil onlar düşünsün”cü hafif kabadayı futbol anlayışının tam zıddını yansıttı. Kendisinin de dediği gibi her maçı önce kafasında oynadı. Futbolun sayısız değişkenden oluşan dinamik yapısının hep farkında oldu ve rakibin eksiklerinden maksimum ölçüde faydalanmayı kendisine şiar edindi. Bu sebepten hemen hemen her gittiği takımda farklı taktiklere yer verdi. Kimi zaman maçtan maça taktik değiştirdiği bile oldu. 3’lü savunma da oynattı, 4’lü de. 3 santrforla da oynadı tek santrforla da. Tıpkı şu anda Beşiktaş’ta yaptığı gibi.

Açık söyleyeyim sene başında Beşiktaş’a hiç şans vermeyenlerdendim. Fenerbahçe ve Galatasaray’a karşı olan kadro zafiyetlerinin yanı sıra Denizli’nin yukarıdaki satırlar boyunca açıklamaya çalıştığım yerleşik olamama hallerinin de bunda büyük etkisi vardı. Bir kere kazandı mı doyup başka ufuklara yelken açmasına alışkınız. Yine böyle olabileceğine dair de önemli sayıda ipucu vermişti bize. Fakat medyadaki aşırıya varan eleştirilerden midir bilinmez Denizli, son haftalarda elindeki kadronun öyle ya da böyle suyunu çıkartan, pragmatik yapısını yeniden konuşturmaya başladı. Denizli’ye yakın kaynaklar bu durumu şöyle açıklıyor: “Maçları yeniden kafasında oynamaya başladı.”

Kuşkusuz kurt hoca elindeki takımın son yıllardaki en sağlam defans kadrosuna sahip olduğunun farkında. Birinci tercihlere baktığımızda stoperde Sivok-Ferrari, ön liberoda Ernst-Fink kelimenin tam anlamıyla taş gibi bir iskelet oluşturuyorlar. Böyle bir çekirdeğe ne Fenerbahçe sahip ne de Galatasaray. Bu isimlerin dışında İbrahim üçlüsü(Toraman, Kaş, Üzülmez), İsmail Köybaşı, Ekrem Dağ, Erhan Güven gibi çok mücadele eden ve defansif yönü kuvvetli isimleri de unutmamak lazım. Denizli, bu kadronun savunma yapma yeteneğinin farkında ve kartlarını buna göre oynuyor. Evet, Beşiktaş zevk verdiğini iddia etmenin güç olduğu bir futbol oynuyor. 30 dakika konuşmadan izlense insanın uykusunu getiriyor ama ortada da matematiksel bir gerçek var ki bu takım ligde oynadığı 13 maçta sadece 6 gol yedi ve yapmış olduğu felaket başlangıca rağmen lider Fenerbahçe’nin yalnızca 4 puan gerisinde. Üstelik oynamış olduğu son 6 (Ankaraspor maçını hükmen kazanıldığı için saymıyorum) lig maçını da kazandı. Şampiyonlar Ligi’nde ise son Old Trafford zaferinden sonra şansları devam ediyor.

Kısacası istikrarı sevmeyen, ortama kısa süreli de olsa ayak uyduran ve kartlarını ona göre oynayan Denizli, tıpkı tarzını belli etmek istemediği için bir el agresif, bir el pasif davranan poker oyuncularını andırırcasına futbol karakterinden farklı renklerde demetler sunmaya devam ediyor. 2000 Avrupa Kupası’nda çeyrek final oynayan Türkiye Milli takımına rakibi bozmaya yönelik, defansif ve ısırgan bir futbol oynatan Denizli başta Hıncal Uluç olmak üzere futbol ulemalarının büyük tepkisini çekmişti. Kendisini Galatasaray ve Aachen’daki hücum futboluyla hatırlayanlar için bu defansif milli takım bir hayal kırıklığıydı elbette ama sonuç gösterdi ki Denizli yine haklıydı. Milli takım her şeye rağmen başarılı olmuştu.

Sonraki sene Fenerbahçe’ye geçiverdiğindeyse elindeki malzeme öyle rota verdiği için yine çılgın hücumcu Denizli kimliğine büründü. 2 sene önce içimizdeki İrlandalı haline dönüşen Uluç bu sefer Denizli’yi yerlere göklere koyamıyor rakibi Lucescu’yu ise her fırsatta korkaklıkla suçluyordu. Oysa farkında değildi ki o çok yakından tanıdığını iddia ettiği Mustafa Denizli içinde bulunduğu koşullara göre farklı tavırlar alabilen, çok yönlü, değişken kısacası pragmatik bir futbol adamıydı.

Denizli’nin pragmatizmi şimdi de Beşiktaş’ta iş başında. Hani 1-0, 2-0’lık galibiyetleri alt alta dizince resim güzel gözüküyor da ressamı iş üstünde izlerken aynı tat alınamıyor maalesef. Konuştuğum ve bana görüşlerini bildiren birçok Beşiktaşlı arkadaşım ve okurum da aynı fikirde. Fakat görünen o ki Denizli’nin elindeki kadro 2 hareketli hücum oyuncusuyla(bir sol açık bir sağ açık) takviyelendirilmedikçe bu senaryo böyle devam eder. Mustafa Denizli, maçları kafasında oynar, eleştirilere her zamanki gibi gülümser ve aldığı neticelere bakar. Ne demiş Immanuel Wallerstein: “Değişim sonsuzdur. Hiçbir şey değişmez.” Denizli pragmatizmi de aynen o hesap işte.

No comments: