BU YAZI İLK OLARAK EVRENSEL GAZETESİ'NDE YAYINLANMIŞTIR.
Spor sahaları hareketli bir haftayı geride bıraktı. Futbolda önce milli maç arkasından derbi heyecanı, teniste Amerika Açık, basketbolda Avrupa Şampiyonası ve Selanik’te düzenlenen atletizm finalleri sporseverlere dolu dolu bir hafta yaşattı. Bunca güzel heyecanın yanında saha dışı çirkinlikler de mevcuttu ne yazık ki.
BARBAR SPOR ELİTİ SEMENYA’YA KARŞI
Dünya Atletizm Federasyonu’nun nezdinde faşist bir baskı örgütü olarak karanlık yüzünü gösteren spor eliti amacına ulaşmak üzere. Caster Semenya’ya dayatılan cinsiyet testi sonucunda Güney Afrikalı atletin “hermafrodit” yani çift cinsiyetli olduğu raporu basına sızdırıldı. İddialara göre Semenya’nın vücudunda kadın yumurtalığı yerine erkek yumurtalığı (iç organ olarak) var.
Şimdi bu light-Mengeleler, durumun Semenya’ya hormonsal bir katkı sağlayıp sağlamadığını tespit edecek. Kuşkusuz bu tavır IAAF’in nazarında “Erkeğin kadından fiziksel olarak daha güçlü” olduğunun da bir itirafı. Oysaki sosyal antropoloji derslerini can kulağıyla dinlemiş biri olarak birçok örnekle ileri sürebileceğim üzere erkeğe ve kadına toplumun biçtiği roller biyolojik olmaktan ziyade kültüreldir. 3 yaşındaki bir kız çocuğu dişi üreme organlarına sahip olduğu için değil ailesi öyle uygun gördüğü ve farkında olmadan dayattığı için Barbie’lerle oynar. Bunun tersi de elbette erkekler için geçerli. Kadınların avlandığı, erkeklerinse evde beklediği kimi ilkel kabilelere mi dönmek lazım bu ayrımcı önyargıları aşabilmek için?
Meramımı tam olarak açıklayabildiysem, Semenya hadisesiyle ilgili 2 hafta önce yazdığım yazıdan bir alıntı aktarmak istiyorum: “Düşünün bir kere, diyelim ki bu test sonucu Semenya’nın hermafrodit olduğu anlaşıldı ya da kromozomları XX değil de XY çıktı. Genç sporcu, sahtekâr bir dopingliymişçesine muamele görecek, madalyası ve profesyonel olarak spor yapma hakkı elinden alınacak ve 18 yıllık yaşamının tüm emekleri gasp edilecektir.”
18 yaşındaki gencecik bir kıza sırf şampiyon olduğu fakat bunu yaparken yeterince kadınsı olmadığı üstüne bir de siyahi ve Afrikalı olduğu için bir cinsiyet testi dayatıldı. Sonucunda şampiyon atlet sanki bir suçmuşçasına “hermafrodit” olarak damgalandı. Ötesi özel hayatına tecavüz edildi, kişilik hakları hiçe sayıldı ve şimdi de yoksul hayatının belki de tek oyuncağı olan spor yapma hakkı elinden alınmak üzere. İşte kapitalist kurumların “adaleti, eşitliği, özgürlüğü”... Umarım herkes şunun farkındadır ki Batı medyası ve IAAF tarafından çift cinsiyetli olarak tanılanan Caster Semenya’nın başını derde sokan şey sahip olduğu erkek yumurtalığı değil kadınlığıdır.
CLIJSTERS VE DEL POTRO İHTİLALİ
Derisinin rengi ve milliyeti itibariyle Caster Semenya’ya yaşatılan rezilliklere maruz kalmama şansına sahip olan Belçikalı Kim Clijsters ise 2 yıl aradan sonra anne olarak döndüğü tenis kortlarında fırtınalar estirdi. Venus Williams ve Serena Williams gibi iki devi eleyerek şampiyon olan 26 yaşındaki raket, 70’lerin efsane ismi Hollandalı Evonne Goolagong’dan sonra “anne” olarak Grand slam kazanan ilk bayan tenisçi olarak da tarihe adını yazdırdı. Turnuvanın favorisi Serena Williams ise Clijsters’a elenirken sinirlerine hâkim olamadı ve çizgi hakemini ağzına raket sokmakla tehdit etti. Yanlıştı elbette, yakışmadı kendisine. İnsanın aklınaysa şu soru geliyor: Serena’nın ne kadar yapılı, kuvvetli ve atletik bir hatun olduğu malum. Eğer ABD değil de bir Afrika ülkesinin vatandaşı olsa şimdiye kadar kendisine kaç kere cinsiyet testi dayatılırdı?
Erkeklerde ise perdede Arjantinli Juan Martin Del Potro’nun tek kişilik ihtilali vardı. Yarı finalde Rafael Nadal’ı, finalde de Roger Federer’i deviren 21 yaşındaki genç yıldız soğukkanlılığı, korkutucu fiziği ve oyun tarzıyla unutulmaz Çek raket (o zamanlar Çekoslovakya’ydı) Ivan Lendl’ı fena halde andırıyor. Hele ki running-forehand’leri (koşarak yapılan elönü vuruşu) Lendl’ın karbon kopyası gibi. Del Potro, bu şampiyonlukla Federer’in 5 yıllık Amerika Açık hegemonyasına da son vermiş oldu.
Son olarak biraz da Galatasaray-Beşiktaş derbisinden bahsetmek isterdim. Tabii, İbrahim Altınsay’ın dediği gibi derbi fare doğurmamış olsa bahsedecek çok şey olurdu. Tribündeydim ve rahatlıkla söyleyebilirim ki karşılaşmanın en güzel anı maç öncesi saygı duruşunu militarizm şovuna çeviren tribünlere inat bir kısım Beşiktaş taraftarının “Kahrolsun İstanbul Belediyesi” diyerek bağırmasıydı. Sel felaketinde ve dağlarda emekçiler, emekçi çocukları ufak bir azınlığın kirli oyunlarına, para hırsına, siyasetine kurban edilirken böylesi bir kontra ses duymak acımızı hafifletmedi belki ama dudaklarımıza ufak da olsa bir tebessüm kondurdu. (Beşiktaş tribünlerinin Metin Oktay ve Ali Sami Yen’e küfrettikleri de söylendi. Maç heyecanından olsa gerek duymadım. Eğer doğruysa bu güzel protestolarını da anlamsızlaştırmışlar demektir.)
No comments:
Post a Comment